Bir spor distopyası: Bahis

Puşkaş, futbolun genel denklemini şöyle tanımlıyor: Küçük para eşittir küçük futbol. Büyük para eşittir büyük yolsuzluk. İşte o büyük paranın en çok döndüğü yer artık bahis dünyası. Futbol da bu dünyanın en janjanlı bölgesi. Görünen o ki bahis bültenine konu olmayan sporlar yok olmaya yüz tutacak

Black Mirror - Sezon 8, Bölüm 1

DIŞ, MEGA-STADYUM, GECE

ANONS: “Bahsi olmayan içeri giremez.”

Neon ışıklarla yıkanmış, çatısında dev ekranlar dönen stadyumun turnikelerinde maç biletlerine ait QR kodlar değil kuponlar okutuluyor. Kapıdaki görevli kaşlarını kaldırıyor:

“Hiç mi oynamadın? Üzgünüm, sana bilet yok.”

Dışarıda “BAHİSSİZ FUTBOL” pankartı taşıyanlar, kolluk kuvvetlerince derdest edilip ‘Bahissizler Bölgesi’ne sürülüyor. Çocuklar onları adeta birer öcü gibi görüyor. Bir elinde kuponunu tutan babalarının boşta kalan diğer eline daha sıkı sarılıyorlar. ‘Bahissiz’lerin götürüldükleri yer, otoparkın arkasında, çöplüğün yanında dar bir alan. Maçın son düdüğüne kadar gözetim altındalar.

Kamera stadın içine döner...

Tribündekiler, eskisi gibi tuttukları takımların taraftarlarıyla değil, aynı bahsi aldıkları seyircilerle omuz omuza dizilmiş: “İlk korneri kim alır” ekibi dört köşeyi kapmış davullar çalıyor; “3.5 üst” tarafı içinde gol geçen besteler söylüyor; “ilk yarı beraberlik, ikinci yarı ev sahibi” grubu devre bitimiyle haykırışlara başlıyor. Maç sonucu oynayan garanticiler numaralıda son ana kadar ortalığı pek velveleye vermiyor. Tek maçta vurgun yapıp zengin olmaya çalışanlar kale arkalarını doldurmuş, eğlenceye dalıyor.

Kimse sahaya bakmıyor çünkü orada oynanan şey zaten gerçek değil. Sahadakiler futbolun değil, distopik devlet tiyatrolarının oyuncuları. Kayar yazılarla şu reklamlar her yerde: “Safebet: Bahis Şikesini engelleyen en iyi yazılım” Seyirciler gözünü kendi telefon uygulamasındaki canlı simülasyona dikmiş. O esnada dev ekranda da bir modelleme akıyor: Yapay zeka ürünü algoritma ile rüzgar, çimler, kalecinin uykusuzluğu bile hesaplanabiliyor.

İşini şansa bırakmak istemeyenler, ellerindeki akıllı cihazlardan chatbot’lara “Hangi bahsi almalıyım” diye soruyor. Teknik direktörlerin veri merkezinden gelen ‘önerilen hamle’yi tabletten onaylamasıyla oyuncular mevki değiştiriyor. Hakem düdüğü, VAR değil “VR” odasından sanal olarak üfleniyor. Tribün coşkusu, gol sevincinden çok “bahis geldi mi” çığlıklarına kilitli. Saha kenarında pideci kılığındaki maskot, “bahis puanları” dağıtıyor. Çocuklar hatıra fotoğrafı yerine kombine kupon biriktiriyor.

Skor tabelasında “Gerçek Futbol” yazılı. Dışarıda polis anonsları yankılanıyor: “Geleneksel futbol oynadığı tespit edilen 43 kişi gözaltına alındı.” Telsizlerden gelen seslere kulak kesilenler, evinde eski maç kayıtlarını izleyenlerin adres bilgilerini duyabiliyor. Sokak megafonlarından tek bir emir geliyor: “Geleneksel futbol oynamak ve izlemek yasaktır!” Haber kuşağı ‘suçlu’ları soğukkanlı biçimde birer veri gibi geçiştiriyor. Hiç kimse ekrana bakıp şaşırmıyor.

Ve stadyumdan gelen son bir anons şöyle söylüyor: “Kazanamayanlar üzülmesin; bir sonraki maçımız daha adil, tam simülasyon koşullarında oynanacak. İnsan unsuru riskine son!”

Kamera, stadyumun tepesine yükselir; yıldızsız gökte tek bir ışık kalır:

“Bahis varsa oyun vardır.”

Bahisin sporu yutması an meselesi

Bu Black Mirror bölümünü ben uydurdum. Uzak gibi gözüküyor ama değil. Cem Yılmaz’ın Bir Tat Bir Doku gösterisindeki ünlü mutfak robotu metaforu çöküyor. Yapay zeka çağında nereye koştuğumuzu bilemiyoruz.

Şike: Futbol ve Organize Suç kitabının yazarı Declan Hill’in anlatmayı çok sevdiği bir hikaye var. Kürek sporu, 20. yüzyılın başında altın çağını yaşıyor. On binlerce insan İngiltere’de nehir kenarlarına dizilip yarışmaları seyrediyor. Ama sonra bahis bir giriyor işin içine. Birkaç on yıl içinde çöküyor kürek. Sadece üniversiteli, havalı çocukların sporu haline geliyor. İzlenecek bir şey yok. Çünkü sonucu önceden belli.

Hakem yorumcusu bir arkadaşla konuşuyoruz. Diyor ki “Genç kuşaklara anlatamıyorum bile sorunu. ‘Başka liglere oynasam ne olur ki, benim kafam almıyor’ diyorlar.” Hayatın doğal akışında artık bahis. Yasal ve düzgün oynamak diye bir şey de yok, o haliyle bile bir iptila. 140journos’un “bet” belgeselini görmeyen varsa izlesin. Bu bağımlılık ve sektörde dönen para akıl almaz seviyede. İnsanlar metrobüste tek kol tutunup diğer eliyle spin çeviriyor. Üniversite çağındaki gençlere aylık krediler/burslar yetmiyor, geçinmek için iddia oynuyorlar. Mühendislerin, istatistikçilerin epey bir bölümü artık sayılara kafa yorarken en çok pratiği bahis sitelerinde yapıyorlar. Bunun için algoritma geliştirenler var. Maçta ilk yarı şu skorla biter de ikinci yarı şu dakikaya kadar gol gelirse şu bahsi otomatik al... Bu, direnilemez bir sektör.

Haliyle gün boyu sayısız müsabakaya sahip, bahis çeşitliliği bakımından zengin futbol da bu dünyanın en janjanlı bölgesi. Çünkü her şey herkesin gözü önünde gerçekleşiyor. Ve toplam 22 kişi ile oynandığı için parametresi bol. Bireysel sporlarda ise durum çok daha vahim. Tek bir kişinin bahsin hacmini belirlemesi daha kolay sonuçta. Tenisi çok yakından takip eden bir öğrencim anlatmıştı. Challenger veya Futures seviyesi küçük bir turnuvada ilk seti 6-1 alan oyuncu ikinci sette bir anda dökülüyor. Hep aynı kanattan yaptığı hatalarla veriyor maçı. Takıntılıdır belki. Veya kız arkadaşıyla bir sorun yaşamıştır. Midesi falan bozulmuş olabilir. Ya da…

Puşkaş bugünleri görmeden tespiti yapmış aslında. Futbolun genel denklemini şöyle tanımlıyor: Küçük para eşittir küçük futbol. Büyük para eşittir büyük yolsuzluk. İşte o büyük paranın en çok döndüğü yer artık bahis dünyası. Yeryüzünde bahis bültenine konu olmayan sporlar yok olmaya yüz tutacak gibi. Gölgesine sığınıp kupon yapamadığınız her şey sıradanlaşacak.

Bize ne kaldı?

Peki böyle bir ortamda nasıl futbol izleyeceğiz? Zaten psikiyatrik tedaviye muhtaç hale gelmiş bir taraftarlık biçimiyle sınanıyoruz. Yetmiyor, bu paranoyayı tahrik, sahadaki oyunu tahkir edecek ne varsa yapıyoruz. Bir hakem iddia oynarsa, bir futbolcu bahise bulaşırsa bu işin selameti kalır mı? Kimse gönlü rahat, içi ferah izler mi bu maçları? VAR’a gitme sayısı bile iddia konusuysa çalınan (ve çalınmayan) her düdük bünyede huzursuzluk yaratmaz mı? O maça bahis almış bir medya mensubunun yorumları artık kulağa hoş gelir mi? Sonunda herkesin katil çıktığı bir polisiye öyküye doğru gitmiyor mu bu durum?

Artık iki ihtimalli bir oyun

Artık üç ihtimalli bir spor değil futbol. Ya kazanırsınız ya da birileri yüzünden para kaybedersiniz. Sebebi futbolcu da olabilir, teknik adam da, satılmış hakem de, bahis mafyası da… Bahane bol. Kaybetmenin kağıt üzerinde hiçbir bedeli yok. Ama ziyanı çok.

Baştaki senaryoya dönelim. Bir kahraman çıkmalı ve bu gidişe dur demeli diye beklerseniz, o iş zor. Eskidendi onlar. Yeni kuşak dizi bu. Distopyayı gösterir, seni bu dünyaya atar ve çözümü yaratma kaygısı gütmeden kapanışı yapar gider. Bu kadar yaygınlaşmış, pandemik hale gelmiş bir illet ancak sihirli değnekle düzelir zaten. O da hakikati yansıtmaz.

Kolektif bir karşı duruş gerek bize. Onun senaryosu da benden çıkmıyor. Hayal gücü de bir yere kadar… Toplumcu gerçekçi bir hayat gerekiyor.

(Bu yazı Gazete Oksijen'de yayımlanmıştır)