COP30: Krizi çıkaranlar, Belem’de kurtarıcı rolünde

İklim krizinin ağırlaştığı, gezegenin nefesini tutarak beklediği bu dönemde gözler yine bir COP zirvesine çevrildi (bir umut belki bu kez halkların yararına bir karar çıkar diye).

Brezilya’nın Belem kentinde düzenlenen COP30, tarihin en büyük ikinci iklim buluşması olarak kayıtlara geçiyor. Ancak “büyüklük” ile “etki” arasındaki uçurum bu yıl hiç olmadığı kadar görünür hâle geldi. Çünkü Belem’e gelen on binler arasında öyle isimler var ki, iklim mücadelesinin asli öznesi olan halkların değil, bu krizin temel sorumlularının ayak izleri yankılanıyor.

Kirli masanın üstüne örtülen temiz örtü

Ormanları, sulak alanları ve tarım havzalarını sermayeye pazarlayan hükümet temsilcileri… Maden, petrol ve gıda tekellerinin CEO’ları… Karbon muhasebesi hileleriyle büyüyen küresel devlerin yöneticileri… Hepsi COP30’da “çözüm masasında”.

Yani günümüz iklim krizinin mimarları, şimdi bu krizin çözümü için bir araya gelmiş gibi görünüyor.

Bu çelişki, artık sadece sivil toplumun değil, sıradan vatandaşın bile gözüne batıyor.

Türkiye’nin Belem heyeti: İklim diplomasisi mi, yeşil PR mı?

Türkiye’den katılan 326 kişilik heyet de bu tablonun aynası. Bir yanda yağma ve doğa talanını kolaylaştıran düzenlemeleri hayata geçiren iktidar temsilcileri; diğer yanda doğayı tahrip eden projeleri yürüten doğa talanının aktörleri…

Limak, Cengiz ve Kroman Çelik gibi, yıllardır ekosistem tahribatıyla anılan büyük şirketlerin üst düzey yöneticileri Belem sokaklarında dolaşırken, iktidarın temsilcileri iklim krizine dair “ülke vizyonu” ‘nu anlatıyor.

Kendi ülkesindeki zeytinlikleri madenlere terk eden, sulak alanları kurutan, ormanları yola ve betona boğan bir yönetimin Belem’deki varlığı, iklim diplomasisi değil, bir çeşit yeşil retorik tiyatro.

VIP: Very ımportant polluters

Belem’de tartışılan yalnızca ülke delegasyonlarının büyüklüğü değil, “VIP listesi” aynı zamanda.

Her COP’ta olduğu gibi, BM tarafından belirli sayıda kişinin alındığı dar müzakere alanına girme hakkı, yine dünyanın en kirletici şirketlerine verilmiş durumda.

Skandallarıyla tanınan ve Amazon Ormanları’ndaki yasadışı çiftliklerle bağlantıları defalarca ortaya çıkan JBS’in sahiplerinin, Joesley ve Wesley Batista kardeşlerin, COP30’un “özel davetliler” arasında olması bir tesadüf değil. Aynı listede ExxonMobil, Petrobras, Vale ve Samarco gibi ekolojik yıkımın baş sorumluları da yer alıyor.

İklim krizinin yükünü taşıyanlar, toplantı binasının dışında bekletilirken, krizin failleri müzakere salonunun baş köşesine kurulmuş ahkam kesiyorlar.

Yerli halklar BELEM sokaklarında: Amazon

bizimdir, kirletenlerin değil!"

COP30’un dışarıdaki yüzü ise çok farklı.

Belem sokaklarında yüzlerce yerli halk temsilcisi ve çevre aktivisti, COP’un kirletici şirketlere teslimiyetine karşı günlerdir protesto gösterileri düzenliyor.

Munduruku, Kayapó, Yanomami ve Xingu halklarından yüzlerce kadın ve erkek, yüzlerinde geleneksel boyalar, ellerinde pankartlarla tek bir şeyi haykırıyor:

“Biz olmadan Amazon kurtarılamaz.”

“Doğayı yok edenler çözüm üretemez.”

Zirve binasının birkaç yüz metre ötesinde, Amazon’un gerçek sahipleri olan bu halklar, yıllardır petrolden madenciliğe, baraj projelerinden yasadışı hayvancılığa kadar pek çok saldırıya karşı direndiklerini hatırlatıyor.

Yerlilerin yürüyüşünde en çok duyulan sloganlardan biri ise COP30’un ruh hâlini mükemmel bir şekilde özetliyor:

“Biz dışarıdayız çünkü içeri almanız gerekenleri siz belirliyorsunuz.”

Belem’in sıcak ve nemli havası, yerlilerin davullarının ritmiyle birleşince, COP30 binasının steril koridorlarını adeta sarsan bir yankı oluşturuyor. O yankı, yıllardır görmezden gelinen bir gerçeği yeniden hatırlatıyor:

İklim mücadelesinin gerçek taşıyıcıları, şirket CEO’ları değil; toprakla bağını koparmayan halklar.

Zirvenin kapıları kimlere açık, kimlere kapalı?

Belem’deki tablo absürtlüğün sınırında:

Amazon’u kesen şirketlerin lobi ekipleri serbestçe dolaşırken, Amazon’u savunan halkların temsilcileri güvenlik bariyerlerinin ardında tutuluyor.

İşte COP30’un demokrasi sınavı burada çöküyor.

İklim müzakerelerinin kalbi olması gereken bu zirve, sermaye ve siyasi elitlerin güç paylaşım sahasına dönüşmüş durumda. Sera gazı emisyonlarını en çok artıran şirketlerin yöneticileri, emisyon azaltımı konusunda söz sahibi. Fosil yakıt endüstrisinin patronları, yenilenebilir enerji stratejileri üzerine “tavsiyeler” veriyor.

Kısacası COP30’un müzakere masası, yangını çıkaranların “yangın söndürme yöntemleri” anlattığı bir sahneye dönüşmüş durumda.

Gerçek soru şu: İklimin geleceği kimin ellerinde?

Bu yıl Belem’de yaşananlar, iklim mücadelesindeki en büyük kırılmayı bir kez daha gösterdi:

Dünya, iklim krizini yaratmış olanlarla o krizi durdurmayı tartışamazlar.

Bu siyaseten mümkün olmadığı gibi, etik olarak da bir karşılığı yok.

Yerlilerin protestosu, aktivistlerin haykırışları, bilim insanlarının uyarıları, milyonların kaygıları…

Hepsi COP30’un dışında kaldı.

İçeride ise bir zamanların iklim zirveleri, bugün bir “küresel sermaye konseyi”ne dönüşmüş durumda.

Sermayenin sesi daha çok duyuldukça, halkların sesi daha çok bastırılıyor.

Ve bu ses eşitsizliği düzeltilemediği sürece, COP30’un sonuç bildirgesi ne yazarsa yazsın, iklim geleceğimiz şirketlerin çıkar hesaplarında rehin kalmaya devam edecek.

Son söz: Asıl zirve dışarıda

Belem’deki görüntü net:

Asıl COP dışarıda yaşanıyor.

Yerlilerin yürüyüşünde, aktivistlerin çadırlarında, doğayı savunanların kolektif itirazlarında…

Gerçek çözüm, VIP salonlarında değil; halkların dayanışmasında, direnişinde, toprağın üstünde.

Amazon’u, Anadolu’yu, Afrika savanlarını, Pasifik adalarını koruyacak olanlar, o toprakların hafızasını taşıyanlar olacak, küresel şirketler ve onların işbirlikçileri değil.

Onlar Belem sokaklarında yürürken, içerideki “elit iklim ritüeli” tüm ihtişamıyla çürüyor.

Çünkü bugün dünya biliyor ki:

Kirletenlerle iklim mücadelesi yürütülemez.

Bugün olmasa bile yıllar sonra bir gün COP30’da yaşananlar tarihe “yangını çıkaranların “yangın söndürme yöntemlerini” anlattığı bir gösteri bir yalanlar kumpanyası olarak geçecek