Gazze’den dünyaya yayılan… Hind Rajab’ın Sesi

Sinema, en etkili sanat dalı. Bunu herkes biliyor, yineleyince tekrara düşmez insan. Hem sinema sadece en etkili değil, en yaygın bir sanat dalı, büyük küçük, yaşlı genç, üst düzey yetkili ya da sıradan bir çalışan farkı gözetmeden herkese seslenebildiği için de en güçlü sanat dalı. Bunu bir kez daha kanıtlayan bir film “Hind Rajab’ın Sesi”.

Bir Kızılay çağrı merkezinde, telefonlara yanıt veren görevliler, gelen bir telefonla birlikte 6 yaşındaki kız çocuğunu kurtarmak için harekete geçer. Bir cümleyle anlatılan, ama alabildiğine etkili, bir o kadar da duygulu, en az o kadar da gözyaşı yüklü bir öykü. Bir de, bir de… “çaresiz insan küfredermiş” derler, evet çaresizlikten sadece ağız dolusu küfredebilen izleyiciler.

Çaresizliği elle tutulur düzeyde hissettiren filmi, Kauther Ben Hania, gerçek seslerden yola çıkarak yazmış ve yönetmiş. Omar (Motaz Malhees), Rana (Saja Kilani), Nisreen (Clara Khoury) Kızılay gönüllüleri… Bir de Hind Rajab’ın sesi var. O kadar.

Belki basit görünen, tek mekânlı ama bir o kadar da gerilimli, duygu yüklü, duygusal çatışmanın bireysel itirazları doğurduğu bir sanat filmi. İnsanların yüzlerinden okuyorsunuz yaşadıklarını, duygularını, taleplerini, amaçlarını… Film bu kadar. Gerisi size kalmış. Ne hissederseniz o.

Aile büyükleriyle bir binek otomobilde, tankların arasında, bombaların ve kurşunların altında imdat çığlığıyla hayat arayan küçük kızı, hiç görmeden savaşın vahşetini duyumsuyorsunuz. Elinizden gelse, yani mümkün olsa, beyazperdeyi geçip o küçük kızın çığlıklarına yanıt olmak istiyorsunuz.

Bütün dünya böyle…

Gazze’de yaşananlar kötü, gerçekten vahşet. Savaşların hepsi kötüdür. İnsanlık yararına değildir. En kötü barış bile savaştan çok daha iyidir. Bunu kabul ederek izlemek gerekir filmi.

Filmi izlerken duygudan duyguya, düşten gerçeğe, savaşın içinden modern kentlerde yaşananlara kadar çok şey gelip geçiyor aklınızdan. Kimini göz ardı ediyorsunuz, kimine lanet, kimine dua ediyorsunuz. Ancak bütün tepkinizi sadece Gazze’deki vahşete yöneltirseniz eksik kalır her şey. Kızılay gönüllülerinin canla başla küçük kızı kurtarma çabasını izlerken aklınıza ister istemez Antakya depremi sonrası parayla çadır satan Kızılay yetkilileri geliyor; üstüne üstlük savunduklarını hatırlayınca içinize gömüyorsunuz tüm ağzınıza geleni. Dahası da var: Diyarbakır’da, cenazesinin kaldırılmasına izin verilmediği için buzdolabında korunan çocuk geliyor aklınıza. Düşman değildi onları bu hale koyan. Filmdeki bürokrasiyi aşamayan gönüllüler Taybet Ana’nın sokakta bir hafta kalan ölüsüne de yetişememişti.

Bir talebim var: Dünyanın en etkili festivallerinden önemli ödüller kazanan ve 92. Oscar Ödüllerinde “En İyi Uluslararası Film” kategorisinde “kısa liste”ye kalan “Hind Rajab’ın Sesi” sinema salonunda, odaklanarak izlenirse çok daha etkili olur, küçük ekranda, evde televizyonda, birçok uyaranın arasında etkisi yeterince büyümeyecektir…

​​19 Aralık’tan başlayarak gösterimde…