GÜNDEM

‘İzler’ kitabının yazarı Mustafa Yıldırımtürk: Bugünkü gençlerin sorumluluğu bizimkinden daha fazla

Mustafa Yıldırımtürk, 1970–1990 yıllarını anlatan İzler kitabının bir iç dökme değil, gelecek kuşaklara bırakılmış tarihsel bir tanıklık olduğunu söylüyor. Yıldırımtürk’e göre bugünün gençleri daha karmaşık ama daha ağır bir sorumlulukla karşı karşıya.

Mehmet Zengül

Mustafa Yıldırımtürk, İzler – Fırtınalı Yıllardan Anılar (1970–1990) adlı kitabında Türkiye’nin en çalkantılı dönemlerinden birine kişisel tanıklığı üzerinden ışık tutuyor. Örgütlenme süreçlerinden cezaevi yıllarına uzanan anlatı, yalnızca bireysel bir yaşam öyküsünü değil, aynı zamanda bir mücadele tarihini de bugünün okuruna aktarıyor.

Yıldırımtürk, kitabın yazılış amacını “iç dökme” olarak tanımlamıyor. Aksine, geçmişin doğru anlaşılmadan bugünün sağlıklı değerlendirilemeyeceğini vurgulayarak, bunun genç kuşaklara karşı bir tarihsel sorumluluk olduğunu söylüyor.

“Gerçek tarih arayışı hâlâ zor”

Yıldırımtürk’e göre kapitalizm, toplumsal hafızayı kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirirken, gerçek tarih arayışı her dönem sınırlı kaynaklarla yürütülüyor. 1968 ve 1978 kuşaklarının Marksizmle tanışmasıyla bu arayışın yoğunlaştığını belirten Yıldırımtürk, bugün çok sayıda kitap olmasına rağmen emek–sermaye mücadelesini güçlendiren nitelikli kaynakların hâlâ yetersiz olduğunu ifade ediyor.

“Direnenlerin gerçeklikleri popüler hikâyelere dönüşüyor” diyen Yıldırımtürk, o dönem gençlerinin halkın sorunlarına sahip çıkmak ve emperyalizme bağımlı sömürü düzenine karşı mücadele etmek için neleri göze aldıklarının doğru aktarılması gerektiğini vurguluyor.

Aile hikâyesinden devrimci bilince

Kitapta yer alan aile hikâyesi de Yıldırımtürk’ün düşünsel dönüşümünde önemli bir yer tutuyor. Bolşeviklere karşı savaşmış bir babanın, devrimci mücadeleye katılan çocukları… Yıldırımtürk, bu çelişkinin kendisine Sovyetler’deki revizyonizmi ve devrimin nasıl içten zayıflatıldığını anlama imkânı sunduğunu söylüyor.

Babasıyla kurduğu ilişkinin kendisini itaatkâr değil, iradesi güçlü bir birey olarak yetiştirdiğini belirten Yıldırımtürk, devrimci saflara katılmalarının bu zeminde şekillendiğini ifade ediyor.

Metris firarı: “İnadına yaşamak”

1988’de gerçekleşen Metris Cezaevi firarı, kitapta bir dönüm noktası olarak yer alıyor. Yıldırımtürk bu süreci, “özgürlük için vurulup ölmeyi göze almak” olarak tanımlıyor. Kaçışın ardından Avrupa’da örgütlü mücadelenin içinde yer almaya devam etmenin, firara gerçek anlamını kazandırdığını söylüyor.

“Ne biz onları tam anlayabiliriz ne de onlar bizi”

Bugünün gençliği ile 1970’ler–80’ler arasındaki ilişkiye dair değerlendirmesinde Yıldırımtürk, kuşaklar arası kopuşa dikkat çekiyor. Hızlı değişim, güvencesizlik ve geleceksizlik duygusunun gençleri kuşattığını belirten Yıldırımtürk, buna karşı tek çıkış yolunun Marksizme dayalı sınıf mücadelesi ve örgütlü yapı olduğunu savunuyor.

“Dün de böyleydi, bugün de böyle, gelecekte de başka bir yol yok” diyen Yıldırımtürk, bireysel çabaların yetersiz kaldığını vurguluyor.

Geçmişi anlatmanın riskleri

Türkiye’nin bugünkü politik ikliminde geçmişin devrimci mücadelelerini anlatmanın ciddi riskler barındırdığını söyleyen Yıldırımtürk, buna rağmen bu sorumluluktan vazgeçilemeyeceğini belirtiyor. Özellikle gençlere ulaşmanın zorlaştığını kabul eden yazar, buna karşın dünü bugüne taşımanın zorunlu olduğunu ifade ediyor.

Gençlere çağrı: “Örgütlü olanın sorumluluğu daha fazla”

Yıldırımtürk, kitabı okuyan gençlerin bireysel bir duygu yoğunluğundan çok, sorumluluk bilinciyle ayağa kalkmasını istiyor. Geçici birlikteliklerin kalıcı örgütlülüğe dönüşmediği sürece etkisiz kaldığını belirten yazar, sınıf mücadelesini yaşamın merkezine koymanın önemine dikkat çekiyor.

“Bugün her şey daha karmaşık ama ayakta kalmanın tek yolu birlikte olmak” diyen Yıldırımtürk, gençlere geçmiş deneyimleri anlamaya, bırakılan mirasa sahip çıkmaya ve mücadeleyi bilinçli bir eğitimle güçlendirmeye çağırıyor.