Bir zamanlar kadın mücadelesi, kimliklerin ve kliklerin çok ötesinde; hayatta kalmakla, var olmakla ilgiliydi. Bugün ise, pankartların ardında şekil değiştiren bir siyaset oyununun nesnesi hâline getirildi. Adına “kadın mücadelesi” denilen şey; artık bazen sadece iktidar değişimlerinde vitrin, bazen de muhalefetin makyaj malzemesi.
Halbuki biz, bu yolu, var olmak için yürümeye başlamıştık.Yani bir gün bir partinin rengine boyanmak için değil, her gün hayatta kalmak için. Ama sonra ne oldu?
Devrimci ahlak, kadın hareketinin kalbinden dikkatlice söküldü. Yerine temsiliyet makyajı, vitrin feminizmi ve pasifize edilmiş eşitlik söylemleri yerleştirildi.
Rosa Luxemburg’un dediği gibi:
“Özgürlük her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür.”
Ama biz ne yaptık?
Kadınlar arası farklı düşünceleri, yaftaların, sessizliklerin ve dışlamaların içine hapsettik.
“Kadın mücadelesi siyaset üstüdür” denildi önce. Ama hemen ardından, mücadele yavaşça belli siyasi saflara çekildi. “Kadınlar bir arada” dedik, ama kimlerin kadın sayıldığına önce karar verildi. Gücün nerede olduğu değil, kimin bizden olup olmadığı daha önemli hâle geldi.
Ve sonra olan oldu.
Kadın mücadelesi, halktan, evlerden, atölyelerden, tarlalardan, amfilerden ve sokaklardan değil; örgüt protokollerinden, sosyal medya paylaşım kurallarından ve etik komisyonlarından konuşulmaya başlandı.
Vicdan yerine prosedür, özeleştiri yerine linç, dayanışma yerine hizalanma geldi.
Kadınlar özgürleşmeden önce yönetilebilir hâle getirildi. İşte o an devrimci ahlak, sessizce aramızdan çekildi.
Audre Lorde’un sesi hâlâ kulaklarımızda çınlıyor:
“Efendinin araçları, efendinin evini yıkmaz.”
Ama biz efendinin araçlarını kullanarak özgürlük inşa etmeye çalışıyoruz. Performansa indirgenmiş eşitlik, reklama dönüşmüş dayanışma, örgüt ağzına sıkışmış hakikat…
Kadın mücadelesi; tüm kırılganlığıyla, tüm iç çelişkileriyle, tüm devrimci potansiyeliyle, iktidara göre değil, hakikate göre yaşanmalı. Bu mücadele, sadece kadını kurtarmakla değil, toplumu dönüştürmekle ilgilidir. Ama bugün o toplumu dönüştürmeye değil, tolere etmeye, törpülemeye çalışıyoruz.
Oysa en devrimci soru hâlâ aynı:
Bugün kime dönüşmeye başladım, farkında olmadan?
Ve en yalın cevap:
Kadın mücadelesi, ancak kendine sadık kalırsa toplum için bir umut olabilir.
Bu yüzden diyorum:
Devrimcilik bir unvan değil, bir sınavdır.
Kadın mücadelesi bir afiş değil, bir aynadır.
Ve o aynaya her sabah baktığınızda, önce kendinize hesap verecek kadar cesur musunuz, onu sorgulamalısınız.
İmza: Elif Parla Kurtay
Ne haddine değil, tam da haddidir.