Loading...
Demokrasinin son modeli: halk değil, takipçi kitlesi.
Musk açıklamasında, ABD’nin aslında “tek partili bir sistem” olduğunu söyledi; sanki bu tek parti Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar değil de, tekil sermayenin ta kendisi değilmiş gibi. Bugün Amerika Partisi size özgürlüğünüzü geri vermek için kuruldu” diyerek bitirdi açıklamasını. Tahmin ettiğiniz üzere bu özgürlük, en çok onun şirketlerine yarıyor. Elbette kastettiği özgürlük; işçinin sendikalaşma özgürlüğü, kadının yaşam hakkı, göçmenin barınma hakkı değil. O başka bir özgürlük: Elon’un kendi dev holdinglerine daha fazla vergi indirimi, daha az düzenleme ve bol bol devlet teşviki alma özgürlüğü.
Bu gelişme, Musk ile eski yol arkadaşı Trump’ın arasının bozulduğu bir döneme denk geliyor. 2024’te Trump’a en büyük seçim bağışını yapan Musk, şimdi onun imzaladığı vergi indirimi ve harcama paketine karşı çıkıyor. Birbirlerini “ülkeyi iflasa sürüklemekle” suçluyorlar. Fakat ikisinin de yaptığı şey aynı: İflası halka fatura edip, şirketlere kıyak geçmek. Biri “Amerika’yı yeniden harcayalım” derken, öteki “Amerika Partisi’yle özgürlük getireceğim” diyor. Kapitalist şovun tek farkı, bu kez sahnede yeni bir logo var.
Ve tabii ki bu logo da muhakkak patentlidir dostum, öyle her yerde kullanamazsın!
Musk’tan izinsiz demokrasi yapamazsın!
Ama üzülmeyin. Yakında Mars’ta bir koloni kurarız. Yeni bir gezegende, “sıfırdan ve hatasız” bir medeniyet inşa ederiz. Elon’un yolladığı Starship’lerle göç eder, her bireye bir kişisel AI danışman, bir dilim sentetik pizza ve ömür boyu borçlanma hakkı tanırız. İlk Mars sendikasını da kurarız belki… tabii Musk, uzay grevlerini “gezegen güvenliğini tehdit” sayıp, yörüngeden vurmazsa.
Kendi partisinin başkanı, kendi platformunun sahibi ve kendi seçmeninin algoritması olan bir adamın çağındayız. Kapitalizm, artık yalnızca yeryüzünü değil, uzayı da özelleştiriyor.
En azından bu, X’te iyi etkileşim alıyor.
Ve biz hâlâ oy pusulasıyla bir şeyleri değiştirebileceğimize inanmak istiyoruz.
Kendi kaderimize bir kalemle yön verebileceğimiz yanılsamasını, her seçimde yeniden kuşanıyoruz. Oysa oy pusulası, artık bir tür vicdan makbuzu gibi. Sistemin bize sunduğu sınırlı seçenekler arasında en az zararlıyı işaretleyip, sonra da altına “katılmıyorum ama mecburdum” notu düşüyoruz.
İktidarları değil, yalnızca yöneticileri değiştiriyoruz. Politikayı değil, vitrinini yeniliyoruz. Ve bu vitrin, zamanla her şeyi yutuyor: taleplerimizi, öfkemizi, örgütlenme ihtiyacımızı. Demokrasi sandığa indirgeniyor; sandıktan da uygulamalara, anketlere, takipçi sayılarına taşınıyor. Bir gün birinin CEO’su, ertesi gün halkın kurtarıcısı oluveriyor.
Ama asıl sorun bu değil. Asıl sorun, sistemin içinde kalarak sistemi değiştirebileceğimize olan inancımız. Oysa kapitalizm, yalnızca rakamlarla değil, umutlarımızla da yatırım yapıyor. Oy vererek değil, birlikte direnerek kurulur yeni bir düzen. Sandık günü değil, dayanışma anında şekillenir halk iradesi.
Yani yapmamız gereken; her dört yılda bir seçenek sunan değil, her gün birlikte seçenek yaratan yapılar kurmak. Fabrikada, kampüste, sokakta, pazarda, evde.
Gerçek demokrasinin adresi, Musk’ın X’i değil; birlikte kurduğumuz X’siz dünyalar.
Ve belki bir gün, bir seçim sabahı, oy pusulasına “Hepsine karşıyım, çünkü başka bir dünya mümkün” yazanlar sandıkları değil, sistemi sarsar.