Sanat çözüm bulamaz ama yol gösterir: Altın Portakal Film Festivali Başlıyor

İçinde yaşadığımız sıkıntılı günlerden herkes kurtulmak istiyor. Kimi gerçekten bunaldığı için, kimi daha güzel günler için, kimi ise sosyal, siyasal, ekonomik ve ekolojik sorunların çözüme kavuşması için. Biri “ekonomistim” diyor, ekonomi tepetaklak; diğeri epistemolojik yaklaşımdan söz ediyor, ama daha çok bağlanıyoruz. Yok mu bu çıkmazın bir çaresi?

Olmaz olur mu? Muhakkak var. Var olmasına da var da, egemen güç kendini dev aynasında gördüğü için ne planları ne istatistikleri ne öngörüleri tutuyor. Palyatif tedbirlerle, belki birkaç transferle kurtarabileceğini sanıyor. Ancak tam da onların dediği gibi: “Türkiye, beşten büyük.”

Barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanların kafasını toplayıp da en değerli gücünün “oy” olduğunu anlaması ancak sanatla mümkün olabilir. Bakmayın, “entel dantel” diye küçümsediklerine; onlar bunu özellikle yapıyor ki aydınlanma yayılmasın.

Sanatın bütün alanlarında, mesaj vermek yerine çözüme gidecek yol(lar) işaret ediliyor; tıpkı “Aç kalmamı istemiyorsan balık verme, balık tutmayı öğret” dediği gibi… Resim, müzik, heykel, tiyatro bizim ufkumuzu açacak en önemli değerlerimiz. Sinemamız yüz yaşını çoktan geçti. İki büyük ve herkesin değerini kabul ettiği sinema festivalimiz var: Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal. (Diğerleri de her geçen gün daha da güçleniyor, daha bir kitleleşiyor.) Bu yıl, her iki ilin belediye başkanları tutuklu; ama her ikisi de haklı ve doğru bir tutumla festivallerin yapılmasını istedi. Adana’da gördük ki siyasi arenaya dönmedi salonlar ve gerçekten çok başarılı geçti. Şimdi sıra Antalya’da…

Bir saplama yapmak istiyorum…

Dikkat ettiyseniz, “saptama” değil, saplama… Araya gireceğim, sinemacı deyimiyle “insert”.

Antalya, bu kez basını (özellikle eleştirmenleri) tüm festival için değil, yarısı için çağırdı. Bunun, devletin tasarruf tedbirleriyle açıklanması sadece mazeret bulmaktır. Filmi izleyemeyen eleştirmen üzerine nasıl yazacak, yazdıklarıyla izleyiciye filmleri nasıl tanıtacak? Dahası da var… Program kesinleşmediği için “Şu filmi izlemeliyim” dediği (benim için Sabiha ve Zekeriya Sertel Belgeseli, örneğin) filmi izleyemeyecek ve yorumlayamayacak. Festivallerin en kıymetli yanı, gösterime girecek filmleri izletmekten öte, belgesel ve kısa filmleri izleme olanağı sunmasıdır. Özellikle genç arkadaşların bir atılım göstermesi, sinemamız için olduğu kadar ülkemiz için de bir kazanımdır.

62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin bir özelliği de çalıştaylar yapması; toplantılar, masterclass ve film forumları düzenlemesidir. Onları izlemenin yanı sıra katılan genç arkadaşlarla iletişim kurulması için de büyük bir olanak bu. Altın Portakal, bu özelliğini, güzelliğini yitirmemeli…

İkinci saplama…

Bu kez, doğrudan festivalle ilgili değil, ama işin özünü kapsayan, yapılanların daha doğru, daha güçlü, daha seri ve iyi yapılmasını sağlayacak bir atılım yaşandı, yeniden.

On yılı aşkın süredir, Türkiye Film Akademisi’nin kurulması için girişimler yaşanmıştı. Yönetmenler, yapımcılar, oyuncular, Kültür Bakanlığı, sinema meslek birlikleri ve sendikaların da içinde bulunduğu bir çekirdek kadro “Akademi” kurulması için gerçekten yoğun bir çaba harcadı. Her iyi şey gibi birçok nedenle kesintiye uğrayan bu çalışma, Aydın Sayman, Ahmet Hızarcı öncülüğünde, İsmail Güneş, Ali Salim Yaşar, Galip Görür gibi sektörün ileri gelenleriyle bir toplantı düzenleyerek süreç yeniden başlatılacak. Türkiye Film Akademisi’nin kurulması, bütün meslek birliklerinin, bütün film festivallerinin, Kültür Bakanlığı Sinema Dairesinin, derneklerin, platformların temel sorumluluğu olmalı… Yine kesintiye uğrayabilir, yine sonuçsuz kalabilir; ama her adım ufkumuzu daha bir yakınlaştırıyor, bu kesin.