GÜNCEL

Türkiye'deki ilaç krizinin perde arkası

Türkiye'de kanser, kalp-damar ve diyabet tedavisinde kullanılan birçok ilaca erişim giderek zorlaşıyor. Uzmanlar "Bu artık yapısal bir sağlık politikası sorunu" diyor.

Türkiye'de eczanelerde yaşanan ilaç yokluğu, yıllardır süren dönemsel bir aksaklık olmaktan çıkıp kalıcı bir krize dönüşmüş durumda. Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlardan kardiyovasküler sistem ilaçlarına, diyabet tedavisinde kullanılan metformin etken maddeli ilaçlar ve insülinlere kadar birçok temel ilaca erişim haftalarca hatta aylarca mümkün olmuyor.

DW Türkçe'ye konuşan uzmanlar, özellikle kronik hastalar ve acil müdahale gerektiren durumlar için bu tablonun giderek daha ağır sonuçlar doğurduğunu belirtiyor.

İlaç emekçilerinin sahadan aktardığı örnekler de tabloyu somutlaştırıyor: Tüp bebek tedavileri ilaç yokluğu nedeniyle erteleniyor, ileri evre kanser hastaları ağrı bantlarına ulaşamadıkları için dayanılmaz ağrılarla yaşamaya zorlanıyor, çocuklarda kullanılan bazı ilaçlar dönem dönem raflardan çekiliyor ve yoğun bakımda kullanılan hayati ilaçların yokluğu hayat kayıplarına yol açabiliyor.

Eczanelerde her gün onlarca hasta "maalesef yok" cevabıyla karşılaşıyor; eczacılar ise birbirlerini arayarak ya da gruplara yazarak ilacın izini sürmeye çalışıyor.

Kanserden diyabete: Hangi ilaçlar bulunamıyor?

Sahadan gelen bilgiler, ilaç bulunamama sorununun artık temel tedavi alanlarını kesintiye uğrattığını gösteriyor. DW Türkçe'ye konuşan Halk Sağlığı Bilimi Uzmanı ve CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, özellikle kanser ilaçları ve kardiyovasküler sistem ilaçlarında erişimin giderek zorlaştığı yönünde geri bildirim aldığını aktarıyor. Pala'ya göre kâr bırakmayan ya da düşük fiyatlandırma nedeniyle şirketler için cazip olmayan ilaçlar ya Türkiye pazarından çekiliyor ya da son derece sınırlı miktarlarda bulunabiliyor.

Boyun Eğmeyen İlaç Emekçileri'nden eczacı Cem Kılınç ise özellikle diyabet tedavisinde kullanılan metformin etken maddeli ilaçlar ve bazı insülin türlerinde ciddi yokluklar yaşandığını anlatıyor. Kılınç'a göre eczaneye gelen hastalar, uzun süredir kullandıkları ilaçları bulamadıklarında hem tıbbi olarak risk altına giriyor hem de başka ilaçlara uyum sağlamak zorunda kaldıkları için tedavi süreçleri daha kırılgan hale geliyor.

Kılınç, krizin ağırlığını göstermek için sık karşılaştıkları bir sahneyi örnek veriyor: Gece nöbetinde, çocuğu ateşler içinde eczaneye gelen bir babanın, reçetede yazılı antibiyotiği bulamadığında çaresizlik içinde kalması. Kılınç, hikâyenin asıl o noktada dramatikleştiğini, elinden gelen tek şeyin başka eczaneleri aramak ya da WhatsApp gruplarına yazmak olduğunu anlatıyor.

Eczacıların yeni mesaisi: WhatsApp'ta ilaç aramak

İlaç yokluğu, eczacılık mesleğinin gündelik pratiğini de baştan aşağı değiştirmiş durumda. Cem Kılınç, günün önemli bir bölümünü artık reçete girmekten çok ilaç aramakla geçirdiklerini söylüyor. Eczacılar, kendi aralarında ve meslek örgütlerinin öncülüğünde kurulan WhatsApp gruplarında, bir ilacın farklı şehirlerdeki depolarda ya da eczanelerde bulunup bulunmadığını sorguluyor.

Bir eczanenin bulamadığını başka bir eczane bulabiliyor; kimi zaman da bir şehirde hiç bulunamayan ilaç, yüzlerce kilometre ötede sınırlı sayıda mevcut olabiliyor. Ancak Kılınç'a göre bu, kurumsal ve güvenceye alınmış bir sistem değil; tamamen eczacıların inisiyatifine ve dayanışmasına dayanan bir "kriz yönetimi."

İlaçta makas nasıl açıldı?

Türkiye'de ilaç fiyatları, Sağlık Bakanlığı'nın belirlediği sabit bir "ilaç euro kuru" üzerinden hesaplanıyor. Bu kur, serbest piyasadaki euro kurunun çok altında tutuluyor.

Türkiye İlaç Sanayi Derneği'nin (TİSD) paylaştığı tabloya göre, ilaçta kullanılan dönemsel euro değeri (DAD), 24 Ekim 2024 tarihli kararla 1 euro için 21,6721 TL olarak belirlendi. Bugün serbest piyasada euro kuru 49 TL'ye yaklaşırken, ilaçta kullanılan DAD kuru hala 21,67 TL seviyesinde.

Bu nedenle Tüm Eczacı İşverenleri Sendikası (TEİS), son açıklamasında, gerçek kur ile ilaçta kullanılan sabit kur arasındaki makas büyüdükçe firmaların Türkiye'ye ilaç getirme motivasyonunun azaldığı uyarısında bulunuyor. Özellikle ithal ilaçlarda ve hammaddesi ithal olan ürünlerde yokluğun derinleştiğine dikkat çekiliyor.

"İlaç depolarda bekliyor, raflarda yok"

Eczacı Cem Kılınç, kur güncellemesi öncesinde yaşanan ilaç yokluğunun tesadüf olmadığını, firmaların ve ecza depolarının davranışlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyor. Zam beklentisi oluştuğu dönemlerde bazı ilaçlar depolarda tutuluyor, eczanelerin raflarında ise bu ürünler "yok" görünüyor. Kılınç, 2022 yılında kısa aralıklarla yapılan kur güncellemeleri sırasında buna bizzat tanık olduklarını aktarıyor. O dönem aylarca bulunamayan bazı ilaçların kur artışı açıklandıktan kısa süre sonra piyasaya sürüldüğünü; üstelik bunların önemli bir kısmının, son kullanma tarihi yaklaşmış ürünlerden oluştuğunu anlatıyor.

Yeni dönemde İlaç Takip Sistemi'ne eklenen bazı özellikler sayesinde, eczacılar bulundukları şehirdeki depolarda hangi ilacın gerçekten mevcut olduğunu ekran üzerinden görebiliyor. Bu, depoların "yok" dediği ürünler konusunda bir nebze şeffaflık sağlasa da firmaların ilacı Türkiye'ye getirip getirmeme kararını tek başına değiştirmiyor.

Tedaviler aksıyor, hayatlar riskte

İlaç yokluğu en çok kronik hastaları ve uzun süreli tedavi gerektiren hastalıkları vuruyor. Sahadan aktarılan örnekler, çocukların da bu krizden muaf olmadığını gösteriyor.

Yoğun bakım ünitelerinde kullanılan, dakikaların bile hayati olduğu bazı ilaçların bulunamadığı dönemlerde ise sonuç çok daha ağır olabiliyor. Bu ilaçların başka bir şehirde bulunması, hastaya zamanında ulaştırılamadığında çoğu zaman anlamını yitiriyor.

Kamusal üretim nasıl tasfiye edildi?

Prof. Dr. Kayıhan Pala'ya göre krizin temelinde, Türkiye'nin ilaçta büyük ölçüde dışa bağımlı hale gelmesi ve ilacın stratejik bir ürün olarak kamusal bir perspektifle ele alınmaması yatıyor. Pala, geçmişte Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün aşı üretip yurt dışına sattığını, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından bölgesel bir referans merkezi olarak kabul edildiğini hatırlatıyor. Aynı şekilde Sosyal Sigortalar Kurumu'nun (SSK) da uzun yıllar boyunca temel ilaç üreten bir fabrikasının bulunduğunu anımsatıyor.

Bu kamu kurumlarının AKP döneminde kapatılmasıyla, Türkiye'nin kendi ihtiyacını karşılayacak ölçekte kamusal üretim kapasitesi ortadan kalktı. Bugün kullanılan ilaçların önemli bir kısmı ya doğrudan ithal ediliyor ya da hammaddesi dışarıdan geliyor. Bu da kur dalgalanmaları, küresel tedarik zinciri sorunları ve şirketlerin ticari tercihleri karşısında Türkiye'yi kırılgan hale getiriyor.

Cem Kılınç da ordunun ilaç fabrikası ve eski SSK ilaç fabrikasını hatırlatarak, ilacın tamamen piyasa koşullarına bırakılmasının bedelinin ağır olduğunu vurguluyor. Kılınç'a göre sağlık hizmeti, kâr odaklı değil kamusal ihtiyaçlara göre örgütlenmeli; ilaç, sadece ticari bir meta olarak değil, temel bir hak ve stratejik bir ürün olarak görülmeli.

Çözüm ne olabilir?

Uzmanlara göre kısa vadede atılabilecek adımlar arasında, ilaç euro kurunun gerçek kura daha yakın bir seviyeye çekilmesi, kritik ilaçlarda kesintisiz erişimi güvence altına alacak bir tedarik rejiminin oluşturulması ve stok-tedarik zincirinin daha şeffaf hale getirilmesi yer alıyor. Firmaların ve ecza depolarının stok davranışlarının etkin biçimde denetlenmesi de bu paketin parçası olmalı.

Ancak Pala ve Kılınç'a göre gerçek çözüm, yalnızca fiyat ayarlamalarıyla sınırlı değil. Orta ve uzun vadede Türkiye'nin tekrar kamusal ilaç üretim kapasitesine kavuşması, sık kullanılan ve hayati öneme sahip ilaçlar ile aşıların en azından bir kısmının kamu eliyle üretilmesi gerekiyor. Aksi halde, her yıl aynı dönemde tekrarlanan ilaç yokluğu dalgalarının farklı hasta gruplarını vurmayı ve sağlık hakkını zayıflatmayı sürdüreceği tahmin ediliyor.