Mücadele ettiklerimizin kök saldığı, iktidarın sımsıkı sarıldığı şehir…
Burası benim evim; değerini de tam oradan alır.
Büyükbabam Şakir Parla, 1949 yapımı ve Sakarya’da çekilen Vurun Kahpeye filminde “Latif Ağa” rolündeydi. Latif Ağa, feodal düzenin ve gelenekçi otoritenin sesiydi; tıpkı bu topraklar gibi. Ama bana göre dedem, en devrimci haliyle o rolün tam karşısındaydı.
Genç yaşta eşini yitirdi. En küçüğü altı aylık olan dört çocuğunu –babam da onlardan biri– evlenmelisin baskılarına direne direne tek başına büyüttü. Bir zabıta memuruydu ama hayatını memurluğun sınırlarına sığdırmadı.
Babam ise örgütlülüğe hiç inanmadı. Yan komşumuz Süleyman Amca’nın deyimiyle “komünistti.” Avuç içi kadar bir defteri vardı; muntazam el yazısıyla tuttuğu şiirler, anılar, notlar… Gizlice okurdum. Her sayfa, sanki dünyama aralanan başka bir kapıydı.
Bir cümle var, hafızama kazınan: “İnsan önce vicdanını örgütlemeli.” Bu, mücadeleye çağrı gibi görünse de aslında bireysel bir hazırlığın, içsel bir disiplinin ifadesiydi. Bugün çok iyi anlıyorum. Babamın devrimciliği de hiç eksik değildi; onun için mücadele, bir eylemde değil, hayatın her alanında sessizce yürütülen işlerdeydi. SED Dershanesi’nde burs kazandığımda söylediği gibi: “O indirimi bir sene alırsın, ama o damgayı sırtından ömür boyu silemezsin.” Haklıydı.
Kahvaltı sofrasında adaleti tartışmak, komşuya el uzatmak, kendi vicdanını sorgulamak… Babam için devrim, avuç içi kadar defterindeki satırlar kadar sıradan ama bir o kadar da derin bir eylemdi. Onun mücadelesi, görünmeyen bir harf gibi hayatın içine işlemişti; fark etmeden, kabul ederek büyüdüm. 1996 yılında ışıkları açıp kaparken neden yaptığımı sorgulamadım. Sakarya’nın bir mahallesinde tek bir evde açılıp kapanan ışığın toplumsal bir etkisi olur mu diye düşünmedim. Yaptım, çünkü yapmak gerekiyordu.
Bizim için yenilenmek, geçmişi unutmak değil; onu taşımayı bilmektir. “Kente karşı sorumluyuz” demek, bir slogan değil, bir yüzleşme biçimidir. Sakarya’da, Türkiye’de ve dünyada çoğalan sesler var: haklı öfkeler, yarım kalmış cümleler, tarifsiz acılar, bastırılmış hikâyeler… Bu cümleleri tamamlamak, öfkeleri anlamlandırmak, hikâyeleri görünür kılmak için buradayız.
Yenilenmek sadece görsel bir değişim değil; duruş tazelenmesi, sözün yükseltilmesidir. Emekten, doğadan, kadından, ezilenden yana tavır almayı sürdüreceğiz. Sakarya gibi kentlerde sesini yükselten her yurttaşın sözüne açık olacağız, ama iktidar hırsına kapılanların karşısında net duracağız.
Medyayazar artık sadece bir site değil; dayanışmanın, itirazın ve umudun adresi. Sahiplenilmesin, sahip çıkılsın istiyoruz. Biliyoruz ki, bu kentten filizlenen sesler Türkiye’nin büyük gürültüsünde kaybolmaz; biraz da bizim ısrarımız sayesinde. Ve evet, biz ısrarcıyız.
Bu yenilenmede ben de varım. Çünkü bu kentin kadınlarının, gençlerinin, işçilerinin sözüne, yaşadığı haksızlığa ve kurduğu hayale tanıklık etmeyi bir görev değil, bir borç biliyorum. Biz kötülüğe karşı sözü büyütmeye devam edeceğiz. Her partiye eşit mesafede olsak da; haklıdan, ezilenden yana duruşumuzdan asla taviz vermeyeceğiz. Bundan sonra mücadelemizi sadece Medyayazar’da sürdüreceğiz.