Vijilantizm nereye gidiyor

Kelimeyi ilk defa duyanlar için bir tanım yapmamız gerekecek olursa; Yasal bir yetkisi olmadığı halde bazı kurum, kişi ve grupların suç olduğunu saydıkları duruma cezalandırma ve infaz uygulama durumudur diyebiliriz.

Bazen hükümetlerin yargı organları, işlenen suçlara gerekli cezayı verme konusunda yetersiz tutum sergiler. Bu ülkemiz için geçerli olduğu gibi tüm dünya ülkelerinde buna rastlamak mümkündür. Hangi rejimle yönetilirse yönetilsin, mutlaka yürütme, yasama ve yargı kapsamındaki yetersizliği, kamuoyunu rahatsız edecek duruma gelir. Böyle bir durumda İlahi adaletin tecelli etmesi beklenir ve istenirken, bunun daha çabuk bir zamanda çözüme kavuşması için varılan yol “vijilantizm” olur.

Bu durum bir nevi Robin Hood’luk gibi algılansa da, bazen işin dozu kaçar. Günümüzde mafya olarak adlandırılan kesimin cezası durumuna dönüşür ki bu da yer yer suç teşkil eden durumlara olanak sağlar. İlahi adalet olmaktan çıkar vahşice işlenen cinayetlere cezalara dönüşür.

Latice “Vigilans” teriminden türeyen ve “nöbetçi” ya da “gözetliyici” anlamına gelen ve İtalyanca “vigilante” kelimesinden alınır. Kanunsuz adalet “suçların yasa dışı yollara başvurularak cezalandırılması, önlenmesi soruşturulmasıdır diyen siyaset bilimci Regina Bateson bu konuda oldukça haklıdır.

Günümüz Türkiye’sinde yaşanan çocuk, kadın, hayvan cinayetlerinde, yargının suçun aleni işlenir haline bile gerektiği cezayı hüküm olarak vermemesi ve yasamanın yürütmenin bu konuyu destekleyici yasaları düzenleyip onamaması, işlerin neredeyse bu kişi veya gruplara bile isteye bırakılmasına neden olur. Suç içinde suç oluşturur bir durum olsa da. Öyle ki sosyal medya mecralarında bu kişilerin adı verilerek çözmesi istenir hale gelmiş, getirilmiştir.

İslam dininde kısasa kısas olarak bilinen durumdan bile uzaklaşılmış, suç işleyeni, ailenin affetmesiyle başlayan veya cezalandırılma şekliyle hüküm verileceği söylenmişken, ülkemiz rejiminin medeni kanunlarının yetersizliğinin arkasına sığınılmış, din ve devlet işlerinin rejim sisteminde yeri olmadığı söylenmiştir. Ancak sonrasında bunu bir başka kişi veya kurumun veya grubun çözebilmesi, rejime ters olarak algılanmayıp, arkasında durulur umut beklenir duruma gelmiştir.

Ülke yönetiminin, gerekli kanunları düzenlemesi veya yenilerini hayata geçirirken verilen cezaların caydırıcı olması ve hak adalet kavramını kapsayacak duruma getirilmesi aslında yeterli olacaktır. Ancak ısrarla kanunların değiştirilmemesi hatta var olan ceza hükümlerinin uygulanmayıp suçluların elini kolunu sallayarak ortalıklara salınması çözümsüzlüğün en büyük basamağıdır.

Toplumda korku ve endişe yaratan, belirsizliklerin yaşandığı sonuçsuzluklar, ülkeyi içinden çıkılmaz açmazların tam ortasına atmaktadır. Depremde binlerce insanın ölümüne neden olan “deprem öldürmez bina öldürür” sözüne rağmen yüklenici firmalar, müteahhit, mimar, teknisyen, amale, onayı veren belediyeler, bakanlıklar cezalandırılmaz ise, boşanmayı içine sindiremeyen erkekler eşlerini öldürmeyi kendinde hak görürken, tecavüz olayları yaşı küçük veya engelli akıl sağlığı yerinde olmasa bile rızası vardı diye kadını kızı suçlarsa, hayvanları can yerine koymayıp vahşice eziyet ederek veya tecavüz ederek zarar verirken can olduğunu unutan hakim ve savcılar bu ülkenin yetersiz yargı sistemini en dibe çekmenin yarışı haline girmişlerdir.

Umalım ki, “vijilantizme” gerek duymayan yasaması yürütmesi ve yargısı ülke insanının yaşadığı haksızlıklarına çözüm bulur duruma gelir ve suçlular elini kolunu sallayarak ortalıklara hiçbir şey yapmamış gibi salınmaz. İlahi adaletin işlediği gün yakın olsa da bu yargı cezalarına da öncesinde ihtiyacımız vardır.

Ayşe Özçelikler

28.10.2025