Bugün kapitalist sirkte herkesin bir aynası var: Akıllı telefonlar, sosyal medya filtreleri, İnstagram story’leri… Ama öyle sıradan bir ayna değil, “mutluluk, statü ve cinsel tercih edilebilirlik” garantili aynalar. Eski çağlarda ruh güzeldi, şimdi ise ruhun sığdığı zarf, yani beden, merkezde.
Türkiye’de estetik çılgınlığı artık sokakları da kaplıyor. İstanbul’un lüks semtlerinde, kırışıklık kreminden botoksa, mezoterapiden dolguya, kaş tasarımından dudak dolgularına kadar her şey “genç kalmanın” yeni yolları olarak pazarlanıyor. Sosyal medyada herkes birbirini seyrediyor, filtreler ve ışık oyunlarıyla gençliği, güzelliği ve görünüşte ölümsüzlüğü yeniden icat ediyor.
Berlin’de milyarderler oksijen odalarında hücresel yaşlarını düşürmeye çalışıyor, Türkiye’de ise ortalama maaşlı bir çalışan, kredi kartı limitini botoks ve dolguya yatırıyor. Kapitalist sistem, bedenimizi bir meta hâline getirmiş; gençliği, güzelliği ve fitliği “satın alınabilir bir başarı” olarak sunuyor. Bir yanda doğallık adına yoga ve sağlıklı beslenme tavsiyeleri, diğer yanda hızlı sonuç vaat eden estetik operasyonlar… Herkes, sistemin dayattığı normlara uymak zorunda, yoksa sosyal medyada görünmez, gerçek hayatta ise “tercih edilemez” sayılıyor.
Bu çılgınlıkta kadınlar, tıpkı Rönesans tablolarındaki gibi, kendilerini seyreden gözlere odaklanıyor. Ancak günümüz kapitalizmi, erkekleri de aynı panoptik gözetim alanına dahil etmiş durumda. Artık herkes “seyredilmek” ve başkasının onayını almak zorunda. Fotoğraf filtreleri, estetik uygulamalar, spor ve beslenme programları… Her biri sistemin bize sunduğu aynalardan sadece biri.
Ama işin mizahi tarafı da var: Bu kadar yatırım ve çabayla “ölümsüz” olmayı beklerken, kimse gerçek bir ölümsüzlük kazanamıyor. Yaşam, medyanın ve reklamların gösterdiği gibi kusursuz bir vitrin değil; bir yandan kaygılarımızla, bir yandan tüketim çılgınlığıyla dönüp duruyoruz. Kapitalist sistem ölümsüzlük vaat ediyor, ama aslında hepimizi birer gençlik yatırım aracına dönüştürüyor.
Boia’ya göre ölüm anlamını ve teselli edici anlatılarını yitirdi. Yaşamın sekülerleştiğini savunuyor: “Bugün Batı artık ölmek istemiyor.” Dini kurtuluş vaatleri artık cazip gelmiyor, asil ölüme dair romantik idealler de ister savaşta ister Goethe’nin Werther’inde olduğu gibi intihar yoluyla olsun artık cazip gelmiyor. Bunun yerine sağlık, baskın ideoloji hâline geldi. Boia buna “yeni bir tür din” diyor. Uzun ömür dünyasındaki bazıları için bu yeni bir inanç. Diğerleri, özellikle yatırımcılar içinse, ürün satmak için kullanılan bir moda sözcükten ibaret.
Belki de uzun ömür, estetik ve gençlik çılgınlığı, sadece kapitalizmin tüketim oyunundan ibaret. Gerçek özgürlük, sistemi takip etmek yerine kendi bedenini ve yaşamını kendi ritminde sürdürmekte. Genç kalmak isteyebiliriz ama mutluluk, yalnızca kusursuz görünmekle ölçülmüyor. Asıl ölümsüzlük, dostluklarımızı, sevgimizi ve dayanışmayı yaşatmakta saklı.
Ve belki de bir gün, milyarderlerin oksijen odaları sadece İnstagram postu dekoru olarak kalacak; bizler ise parkta, evde, sokakta, kendi ritmimizle nefes alacak, kendi estetiğimizi keşfedecek ve ölümsüzlüğün gerçek tadını çıkaracağız.