Türkiye’yi çeyrek yüzyıldır yönetenler, geçtiğimiz yıllarda muhataplarını küçümsemek için karşılarında ‘güçlü bir muhalefet olmaması’ndan yakınırdı. 19 Mart’ın ardından o güçlü muhalefet iktidarın büyük katkısıyla doğdu ve yıllar sonra ilk kez ‘gerçek’ bir siyaset-yurttaş katılımıyla karşılaşan iktidar, bu kez ‘Canım muhalefet dediysek o kadar da değil’ tutumu takınıverdi.
Sonuç malum. Ana muhalefet partisi CHP büyük bir baskı altında ve cumhurbaşkanı adayı başta olmak üzere yüzlerce üyesi tutuklu.
19 Mart sonrasında başka bir CHP, İmamoğlu ve Özgür Özel’le karşı karşıyayız. Bir yurttaş-seçmen olarak bu CHP’den, genel başkanınından ve cumhurbaşkanı adayından son derece memnunum. Mitingden mitinge koşan parti örgütünün ve özellikle İstanbul’da Özgür Çelik’in çabası ve çalışkanlığı ayrıca vurgulanmalı.
Şükür kavuşturana
CHP yıllar sonra ilk kez iktidarın muhalefet için belirlediği sınırların dışına çıktı ve kendi siyasetini yapar oldu. Şükür kavuşturana. Halk ve CHP birbirini motive ediyor, yön veriyor bir süredir.
Birileri de CHP’nin hızını kesmek için elinden geleni yapıyor kuşkusuz. Son günlerin popüler tabiriyle, siyasi mühendislik faaliyeti. Fakat siyasi mühendislik kurnazlıkları bir yere kadar, heveslisinin ayağına dolandığı çok olmuştur.
19 Mart CHP’si umut yarattı. Yurttaşın katılımı, coşkusu ve yön verenlerin aklı başında tutumu, umudun içini dolduruyor. Özgür Özel’in LeMan dergisi hakkındaki açıklamasını bu bağlamda ele almaktan yanayım.
CHP’nin bir önceki ve umuyorum hep ‘önceki’ kalacak genel başkanı, 2023 seçim sürecinde kısacık bir ‘Alevi’ videosu çekmiş, mezhepçiliği marifet sayanlara hoş bir ders vermişti. İşte Özgür Özel’in Leman hakkındaki açıklamasını da aynı duyguyla, heyecanla okudum. Kanaatimce bu ifadeler yeni muhalefetin tutacağı yol bakımından dönüm noktalarından biri.
Üç kez okuduğum cümle
Malum, geçen hafta LeMan’da bir karikatür yayınlandı. Artık habersiz kimse kalmamıştır. İki gün önce, sağcıların pek sevdiği ifadeyle ‘marjinal’ birkaç yüz kişi Beyoğlu’nda LeMan binasına saldırdı ve saatlerce, kendilerine son derece nazik davranan polis barikatının ardından laik kesime hakaretler savurdu.
İstiklal Caddesi’nde gönüllerince gösteri yapabilen grubun sloganlarından biri, “Kemalist köpekler hesap verecek” imiş. Nazik insanlar nihayetinde. Ali Duran Topuz’un yazısından öğrendiğim kadarıyla, topluluktan biri bir şeyler söylemiş ve konuşmasının bir yerinde “Ya onlar ölecek ya biz öleceğiz” demiş. Şüphesiz bir hukuk devleti Türkiye’nin son derecede bağımsız yargısı söz konusu ifadelerde bir ayrımcılık, halkı kin ve düşmanlığa tahrik vs. gibi bazı unsurlar bulur mu dersiniz? Yok artık, daha neler!
Karikatürde bir hakaret, aşağılama filan yok. Kutsallara hakaret yok. İnatla görmek isteyen gözler için dahi yok. Üstelik LeMan defalarca, karikatürün ‘Peygamberlerle‘ ilgisi olmadığını açıkladı.
Buna mukabil, belki acemice olduğu düşünülebilecek (ancak konumuz karikatür sanatının incelikleri değil) bu çizimden sorun çıkarmak ve o sorundan ekmek yemek isteyenler için kullanışlı malzeme olduğu da açık. Hal böyleyken, dört LeMan çalışanı tutuklandı.
Tutuklama talebini birkaç kez okudum… LeMan, karikatürdekilerin peygamberlerle ilgisi olmadığını açıklamasına karşın savcılık ikna olmamış, iki figürün iki peygamberi tasvir ettiğine kanaat getirmiş ve bir satırı üç kez okumama neden olan şu cümleyi kurmuş: “…Bu suretle şehrin bombalanmasından Hz. Muhammed ile Hz. Musa’nın sorumlu tutulduğu…” Defalarca Filistin sayısı hazırlayan bir dergi için söyleniyor.
Şu satırları okurken Hrant Dink’e yapılanları hatırlamayan var mı? Bir yazısındaki bir cümleden ‘Türklüğe hakaret’ icat edilmiş, söylenen ve yazılan hiçbir şey umursanmamış, Dink inatla hedef haline getirilmiş, hukuk yollarındaki itirazlara karşın akıl almaz biçimde Türklüğe hakaretten mahkum edilmişti. Gerek soruşturmayı başlatan, gerekse nihai kararı verenler, Dink’in yazısında var olmayan hakareti cezalandırmak istemişlerdi.
Dindarlıktan değil, sağcılıktan
Bu karar, son birkaç günde yalnızca iktidardan değil, muhalefet partilerinden de yönelen tepkilerin ve harlanan linçin ardından çıktı.
Beklenebileceği gibi siyasetçiler LeMan’ı kınama yarışına girdi. İktidarı anlarım, sürpriz değil. Cumhurbaşkanı, bakanları/sekreterleri, şüphesiz Türkiye bir hukuk devleti olduğu için, daha ilk dakikalardan itibaren çizeri suçlu ilan etti ve içişleri bakanı, sekreteri hayli şiddetli gözaltı görüntülerini paylaştı. Bir hukuk devletinde yaşadığımız için.
Asıl sorun muhalefetteki siyasetçilerin tutumu. Karikatürü gördüler mi, görmeden mi yazıp çizdiler bilinmez. Birbirinden vahim seçenekler. Üzücü olan, hem muhalif siyasetçi profilinin bezdirici vasatlığı, hem de hâlâ böyle bir konudan ekmek yeme iştahları. LeMan’ı ‘şiddetle’ kınarken, İstiklal’de toplananlara pek kıyamayan ifadeleri, hiç kuşkusuz dindarlıktan değil, sağcılıktan. Allah başka keder vermesin.
Linç mantığı
Linç, yani Tanıl Bora’nın ifadesiyle bir ‘medeniyet kaybı’ söz konusu olduğunda, linç edenden çok linç edilenin tutumu üzerinde durulması son derece tehlikeli bir eğilim. Bir linç girişimi hakkında konuşmaya linç edenin ‘hassasiyetler’iyle başlarsanız, her linç ve katliam girişimini mazur ve makul göstermek mümkün olur.
Öyle ya, Aziz Nesin orada olmasaydı, öyle konuşmasıydı, o kitabı yayımlamasaydı, onca insan katledilir miydi? Bu rezil ve fail aklayan yaklaşımın sonu var mı? Okuduğunuz yazı 2 Temmuz’da yazılıyor, Madımak’ın yıldönümünde. O günlerde tanık olunan pervasız açıklamalar hâlâ belleğimizde değil mi?
Bizde siyaset esnafı, böyle vakalarda iki klişe ifadeyi kullanmayı çok sever: ‘Dünyanın neresinde’ ve ‘dünyanın hiçbir yerinde.’ Oysa ne dünya bilirler ne Türkiye’nin laik ‘bir hukuk sisteminin parçası’ olduğunu umursarlar.
Yıllar önce Fazıl Say örneğinde de benzer şeyler yaşanmış, Say’ın ‘retweet’ ettiği bir Hayyam dizesi başını derde sokmuş, neredeyse aynı ifadelerle linç edilmişti. Bugün tepki gösteren siyasetçiler o gün de ‘dünyanın hiçbir yerinde‘yle başlayan cümleler kuruyordu (Meslektaşım Kerem Altıparmak konuya dair yedi soru-yanıttan derli toplu bir değerlendirme yazısı kaleme almıştı. Ola ki, hakaret nedir, aşağılama nedir, insan hakları hukuku dinleri mi dindarı mı korur, koruma alanının sınırı nasıl çizilir… gibi soruların yanıtlarını merak eden varsa, 2013 tarihli yazıyı buraya bırakıyorum).
Tebrik ve teşekkür
İşte bu atmosferde Özgür Özel’in tutumu hakikaten çok değerli. Özel ne dindar kesimi yaraladı, ne de LeMan’ı linç eden sürüye katıldı. Özgür Özel’i, iktidarın muhalefete münasip gördüğü sınırların dışına çıktığı ve boş laf uzmanı muhalif siyaset esnafına uymadığı için kutlarım. Laik Cumhuriyet’i ciddiye alan bir yurttaş olarak teşekkür ederim.
Dindar muhit insanı nicedir geçim derdinde. Milyonlarca yoksul, akşam evine götüreceği ekmeğin peşinde, hiç kimsenin LeMan’da çıkan bir karikatürle ilgilendiği yok. Ayrıca Türkiye’de ahali bu nazik konularda saygıda kusur etmediği gibi, ‘birileri’ kurcalamadığı sürece sade yurttaş yekdiğerini idare ederek ve gözeterek yaşar.
Bu yaşıma dek memlekette Sünni Müslümanlara ve İslam’a hakaret eden pek insan görmedim, duymadım. Ancak diğer inanç mensupları ya da inançsızlara yönelik muhtelif münasebetsizliğe ve hakarete defalarca tanık oldum. Olduk.
Bıkıp usanmadan yinelemekte yarar var; laik-seküler olmayan demokrasi yok yeryüzünde. Türkiye laik-demokratik bir cumhuriyet olacak mı, olmayacak mı? Soru bu.
Özgür Özel zor ve doğru yolu seçerek iyi bir iş yaptı. Kendisi, partisi ve Türkiye’nin geleceği için.