GÜNDEM

"Meydanlarda şişmanlık taraması iyi bir fikir mi?"

Şükrü Hatun T24'e yazdi: Uzun zamandır obezitenin önlenmesine kafa yoran bir hekim olarak sokaklarda şişmanlık taramasının iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum.

Ülkemizde son aylarda bazılarınca ‘distopya’ya (Ütopyanın tersi-her şeyin hoş olmayan veya kötü olduğu, genellikle totaliter veya çevresel olarak bozulmuş hayali bir yer) benzetilen gelişmelere, giderek ağırlaşan geçim sıkıntısına nazire yaparcasına meydanlarda şişmanlık taraması eklendi. Bu girişimin Sağlık Bakanlığınca obezitenin önlenmesi kapsamında farkındalık oluşturmak için başlatıldığı anlaşılıyor. Bu kapsamda, sağlık görevlileri şehirlerdeki ölçüm noktalarında (Ankara’da 120’miymiş mesela) ellerinde doldurmaları gereken Excel tabloları vatandaşların boy ve kilosunu ölçüp kaydediyorlar, sanırım belli bir sayıyı tutturmaları bekleniyor, buna göre vücut kitle indeksini hesaplıyor ve onlara “fazla kilolusun”, “şişmansın”, “şiddetli şişmansın” gibi sonuçlar söylüyorlar. Açıklamalardan bu yapılanların obezitenin önlenmesi için uzmanlarla birlikte hazırlanmış etraflı bir eylem planının bir parçası mı yoksa önü arkası olmayan bir gelgeç aktivite mi olduğunu anlamak mümkün değil.

Şehirlerin meydanlarında aniden ortaya çıkan boy ve kilo ölçüm aletleri görüntüleri ister istemez bir farkındalık yarattı ama aynı zamanda bu şekildeki yaklaşımların iyi bir fikir olup olmadığı ve olası olumsuz etkileri de gündeme geldi.

Şişmanlık yeniden ön plana çıkarken

Meydanlarda şişmanlık taraması başladığında geniş bir çocuk endokrinoloji uzmanı grubu ile Avrupa Çocuk ve Erişkin Endokrinoloji Birliklerinin ilk kez beraberce düzenlediği bir kongre için Kopenhag’daydım ve kongrede çok sayıdaki şişmanlık oturumlarını takip ederken bu konu üzerinde de düşünme fırsatı buldum. Kongredeki en önemli konuşmalardan birisini “Molekülden ilaca obezite” başlığı ile Cambridge Üniversitesi’nden Prof.Dr. Sadaf Farooqi yaptı. Farooqi, esas olarak obezitenin genetiği üzerine çalışmaktadır ve şiddetli obezitesi olan hastalarda bulunan aday genleri kullanarak leptin, leptin reseptörü ve Melanokortin 4 reseptörü (MC4R) gibi leptin etkisinin biyolojik hedeflerini kodlayan genlerdeki mutasyonları belirlemiştir.

Farooqi konuşmasında obezitenin karmaşık bir sorun olduğunu ve sosyal faktörlerin, çevrenin ve genetik faktörlerin etkileşiminden kaynaklandığını, başlıca nedeninin iştahın merkezi kontrolünün (doğuştan gelen ve öğrenilen davranışlara bağlı) başarısızlığıolduğunu anlattı. Şişmanlık gibi, zayıflığın da genetik olduğu, genetik çalışmaların mekanizmalara ilişkin bilgiler sağladığını, iştahla ilgili merkezi mekanizmaları hedefleyen ilaçların güvenli ve etkili olacağı üzerinde durdu. Konuşmasının sonunda ise aileler için etiketlenmenin(stigmatizasyon) önlenmesi ve sağlık çalışanlarından kaynaklanan ayrımcılıkların azaltılması gerektiğini vurguladı.

Yine geçen hafta İngiltere Ulusal Sağlık Sistemi Diyabet Konsültanı Dr. Partha Kar, BMJ’da yayınlanan yazısında “Obezite, bir zamanlar sağlık politikalarının çoğunda göz ardı edilen bir konuydu; ancak son zamanlarda politika çevrelerinde ön plana çıktı. Ne yazık ki, bu yeniden odaklanma artan yaygınlığın fark edilmesi ya da sorunun ciddiyetinin anlaşılması nedeniyle değil. Aksine, obezite, kilo kaybı amacıyla kullanılan tirzepatid ve diğer çift etkili GIP ve GLP-1 reseptör agonistlerinin ortaya çıkmasıyla ilgi odağı haline geldi” diyerek önemli bir gerçeğin altını çizdi. Dr. Kar, kilo kaybı ilaçlarının, obeziteyle sadece davranış değişikliği ya da toplumsal müdahalelerle başa çıkılabileceği fikrine meydan okuduğunu, bu ilaçların kontrolsüz kullanımına ve ödeme gücü olanların erişimine kapı aralandığını belirtiyor ve “Bugün ihtiyacımız olan şey, temel sorunu göz ardı eden ve uygulama için yeterli fonla desteklenmeyen rehberler değil; dürüstlükdiyerek yazısını sonlandırıyor.

Ülkemizde neye odaklanmalıyız?

Obezitenin önlenmesi ile ilgili bütün araştırmalar, yaşam boyu obezite ve buna bağlı hastalıkların önlenmesi için çocukluk çağına, özellikle de okul öncesi grubundaki çocuklara odaklanılması gerektiğini gösteriyor. Öte yandan, Prof.Dr. Sadaf Farooqi’nin vurguladığı gibi şişmanlık gelişiminde, öğrenilen davranışlara bağlı iştahın merkezi kontrölündeki başarısızlık önemli bir yer tutuyor ve bu da büyük ölçüde “aşırı işlenmiş yiyeceklerin” çocuk beslenmesindeki payının artmasına bağlı görünüyor. Daha önce defalarca yazdığımız gibi, besin endüstrisi “şeker/yağ/tuz” içeriği yüksek yiyeceklerin çocuklarca tüketimini binbir çeşit reklamla kışkırtıyor ve çocukların yiyeceklerle ilişkisini “haz odaklı” olması yönünde dönüştürüyor.

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Obezite araştırmasının 48 ülkeyi kapsayan verilerine göre ülkemizde 7-9 yaş grubundaki çocuklarda “fazla kilolu” oranı yüzde 23, “şişman” oranı ise yüzde 10 olarak bulundu. Bu rakamlar şişmanlık sıklığı yüzde 17-20 civarında olan İtalya, Yunanistan, Kıbrıs gibi ülkelere göre görece iyi durumda olduğumuzu ve etkili eylem planları için hala vaktimizin olduğunu gösteriyor.

Ülkemizde obezitenin saptanması ve tedavisinden çok (bunu birinci basamak sağlık birimleri yapabilir) esas olarak erken çocukluk dönemine odaklanmış, “aşırı işlenmiş yiyeceklerden” çocukların korunması, okul yemeği programı, çocukların sosyal medya etkilerinden korunması, uyku sağlığını ve egzersizi okul programlarının önemli ögeleri yapan bir obezitenin önlenmesi eylem planına ihtiyaç var.

Sonuç

Uzun zamandır obezitenin önlenmesine kafa yoran bir hekim olarak sokaklarda şişmanlık taramasının iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum. Eğer kilosunu, boyunu ölçtüğümüz insanlara kapsamlı sağlık hizmeti sunamazsak, bu girişim sadece endişeleri artırır ve Ozempic gibi ilaçların pazarını büyütür. Bu ilaçların yaşam tarzı değişikliği gibi bütüncül yaklaşımların göz ardı edilmesine yol açtığını biliyoruz.

Bizler bilimin, araştırmaların, klinik deneyimlerin ışığında problem odaklı düşünen uzmanlarca hazırlanan obezite programları için çalışmaya her zaman hazırız.