Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini Zeki Ökten’le beraber üstlendiği Sürü (1978), yalnızca bir yol hikâyesi değil; Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve kültürel kırılmalarını çarpıcı bir gerçekçilikle gözler önüne seren bir başyapıt. Film, feodal ilişkilerin, sınıfsal çatışmaların ve modernleşme süreçlerinin sıradan insanların yaşamlarını nasıl şekillendirdiğini ve çoğu zaman da nasıl mahvettiğini güçlü bir dille aktarıyor.
“Sürü”, bir toplumu anlamanın bazen tek bir ailenin hikâyesinden geçebildiğinin en sarsıcı örneklerinden biri.
Bir Ailenin Hikâyesinden Bir Ülkenin Anatomisine
Film, Şivan ailesinin Ankara’ya uzanan yolculuğunu merkezine alıyor. Bir yanda hayvanlarını satmak için şehir yoluna düşen aşiret, diğer yanda çözülmeye yüz tutmuş geleneksel düzenin iç çatışmaları. Ailenin içindeki politik gerilim, değişime direnen feodal düzen ile bu düzenin ağırlığı altında ezilen bireyler arasındaki uçurumu görünür kılıyor.
Yılmaz Güney, sürünün yolculuğunu bir “ilerleyememe” metaforuna dönüştürüyor: Yol alındıkça daha çok açığa çıkan yoksulluk, geri kalmışlık ve çaresizlik, 1970’lerin Türkiye’sinin sosyo-politik fotoğrafını oluşturuyor.
Feodal Bağlar, Politik Gerilim ve İnsani Çatışmalar
Filmdeki feodal ilişkiler yalnızca bir toplumsal düzeni değil; aynı zamanda bu düzenin insanlar üzerindeki ruhsal baskısını da anlatıyor. Baş karakter Şivan, hem ailesine bağlılık hem de değişen dünyanın zorunlulukları arasında sıkışmış bir figür olarak öne çıkıyor. Bu sıkışmışlık, filmin dramatik gücünü en üst seviyeye çıkarıyor.
Güney ve Ökten, bu baskının karakterler üzerindeki yıkıcı etkisini abartısız ama keskin bir gerçekçilikle işliyorlar. Kadınların konumu, töre baskısı ve gelenek ile modernite arasında sıkışan hayatlar… Tüm bu unsurlar, filmin toplumsal eleştirisinin omurgasını oluşturuyor.
Türkiye’nin Kent-Kır Çatışmasına Dair Sinemasal Bir Çözümleme
Aşiretin Ankara’ya vardığında karşılaştığı şehir manzarası —uçsuz bucaksız yoksul mahalleler, kontrolsüz büyüyen kent dokusu, umut ile umutsuzluğun iç içe geçtiği bir atmosfer— 1970’lerin Türkiye’sinde modernleşmenin kaotik yapısını yansıtıyor.
Bu yönüyle Sürü, yalnızca bir aşiretin hikâyesi değil; köylülerin, işçilerin, göç edenlerin, kentte tutunmaya çalışan milyonların hikâyesi.
Yılmaz Güney’in Kalemi, Zeki Ökten’in Kadrajı
Film, Güney’in politik sinemaya katkılarının en rafine örneklerinden biri olarak ön plana çıkıyor. Senaryo, hem kapsayıcı toplumsal analizler yaparken hem de karakterlerin iç çatışmalarını olağanüstü bir incelikle işliyor. Yönetmen Zeki Ökten’in yalın, belgeselvari sinematografisi ise bu hikâyeyi daha da çarpıcı kılıyor. Tarlalar, dağ yolları, kentin gecekondu mahalleleri ve hayvan pazarları; hepsi Türkiye’nin gerçekliğini saklamadan gösteren bir çerçeveye dönüşüyor.
Özellikle yol sahneleri, Türk sinemasında yeni bir gerçekçilik anlayışının kapısını açıyor.
Acının, Direncin ve Değişimin Hikâyesi
Sürü, sadece trajedilerden oluşan bir film değil; aynı zamanda dönüşümün, kopuşun, direnmenin de hikâyesi. Seyirciyi, toplumun kurbanı olan bireylerle empati kurmaya davet ederken; aynı zamanda toplumsal düzenin nasıl değişmesi gerektiğine dair güçlü bir soru işareti bırakıyor akıllarda.
İşte bu yüzden Sürü, yıllar geçmesine rağmen hâlâ Türkiye sinemasının en güçlü toplumsal eleştiri filmlerinden biri olarak anılmaya devam ediyor.