Notlarım arasında büyük harflerle yazdığım bir başlık vardı:

“Ayşe Tatile Çıktı” filminde Adnan Menderes’i Rüştü Onur Atilla canlandıracak
“Ayşe Tatile Çıktı” filminde Adnan Menderes’i Rüştü Onur Atilla canlandıracak
İçeriği Görüntüle

DİNLERİN KARDEŞLİĞİ

Bu başlık, sadece bir temenniden ibaret değil; Afrikalı Leo’nun, yani Hasan el-Vazzan’ın, parçalanmış ama dirençle yürüyen hayatının özüdür.

Amin Maalouf’un kaleminden dökülen bu roman, yalnızca bir bireyin değil, çağların, sınırların, dillerin ve inançların parçalanışını anlatır. Orta Çağ ve Yeni Çağ arasında bir salıncakta, Doğu ile Batı arasında gerilmiş bir ipte yürüyen tek bir bedenin ama binlerce kimliğin hikâyesidir bu. Rönesans’la Reform’un gölgesinde, 1492 Endülüs’ünden Vatikan’a, II. Bayezid’den Kanuni’ye, Roma’dan Osmanlı’ya kadar uzanan bir tarih tünelinde ilerlerken bir bakıyorsunuz, kitap bitmiş.

Ve siz, yerinizi, yönünüzü kaybetmişsiniz.

Çünkü haritanın kendisi bile bir hafıza kırıntısı artık.

El-Vazzan, yani Leo Africanus, bir çocuk olarak yola çıktı. Bir berberin sünnet ettiği, bir Papanın vaftiz ettiği adam oldu. Ama hiçbir zaman tam anlamıyla “ait” olmadı. Her toprak onun için hem doğum yeri hem de sürgündü. O bir köprüydü, ama her iki yakadan da dışlanmıştı.görmek zorunda

Kitabı bir kitap kulübü ile birlikte değerlendirdiğimiz bir oturumda 81 yaşındaki çevirmeniyle tanışma şansım oldu. Kendisi kitabı yıllar önce Fransa’daki bir akrabasının önerisiyle okumuş. İlk yayın evi, bu kitabın “Türkiye’de okunmaz” olduğunu düşünerek geri çevirmiş. Oysa ben tam aksini düşünüyorum:

Bu kitap Türkiye’de okunmalı. Çünkü tarih sahnesinde değişmeyen tek bir senaryo varsa, o da ‘güçsüz bireylerin ayaklar altında kalmasıdır.

Kitabın beni en çok etkileyen tarafı, geniş bir coğrafyaya dağılmış ama aynı çığlıkla birleşen hikâyelerle dolu oluşuydu. Filler teperken ayaklar altında ezilenler… Savrulan hayatlar… Kadınlar, köleler, dilini yitirmiş halklar… Bu hikâyelerin her birinde bugünün dünyasını gördüm. Lübnan’ın enkazında, Akdeniz kıyısında sürüklenen cesetlerde, Avrupa’nın refahı için ucuz emek olarak yaşayan Afrikalı işçilerin yorgun gözlerinde…

Ama elbette her şey kusursuz değildi. Kadın karakterler çoğu zaman erkeğin yürüyüşüne fon oluyor, tarihin erkek sesi yine baskın kalıyordu. Çeviriyle ilgili de ufak bir eleştirim vardı: “Devinim” ve “varsıl” kelimeleri çok tekrar etmişti.Çevirmene söylemek istedim. YUTTUM.

Dedim ki kendi kendime:

“SEVİM GÜNDÜZ RASA. SAYGILARIMLA.”

Kitaptan altını çizdiğim birkaç satır daha:

“İnandığım insanlar yüzünden, beklediğim yarınlar dünde kaldı.”

“Yaşlı bir ağacı yabancı bir toprağa dikemezsiniz.”

“Aşk, bir kuyunun kıyısında susuzluktur. Aşk çiçektir, meyve değil

Bu satırları yazarken düşündüm:

Bir insan kaç kez yeniden doğar?

Ve doğduğunda, her seferinde bir yanını daha yitirir mi?

Maalouf’un Afrikalı Leosu, tarihin mürekkebiyle değil, sürgünlerin gözyaşlarıyla yazılmış bir metindir. O yüzden yalnızca bir roman değil, bir bellek taşıyıcısıdır. Belki de en çok bu yüzden, romanın sonunda aklımda sadece bir cümle kaldı:

“Harita benim bedenimdir. Her çizgi, bir yara.”