Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), bu yılın ağustos ayı enflasyonunu yüzde 2.04; yıllık enflasyonu ise yüzde 32.95 olarak açıkladı. TÜİK’e göre ekonomide her şey yolunda ve yıllık enflasyon düşmeye devam ediyor.
Enflasyon, en bilinen tanımıyla fiyatlar genel seviyesinin sürekli artışı demek. Ancak bu tanım tek başına bir şey ifade etmiyor. Çünkü toplumdaki her birey aynı ürünleri tüketmiyor ve aynı harcama kalıplarına sahip değil. Dolayısıyla enflasyonu, herkes için aynı oranda hissedilen bir olgu olarak değerlendirmemek gerekir. Tam da bu nedenle emekçilerle sermaye sahiplerinin, yoksul emekçilerle yüksek gelir sahiplerinin enflasyonu farklıdır.
Türkiye’de resmi enflasyon Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanıyor. TÜİK, belirli bir “tüketici sepeti” üzerinden ölçüm yapıyor ve söz konusu sepetin, ortalama bir hanenin harcama alışkanlıklarını yansıttığı iddia ediliyor. Her ne kadar TÜİK enflasyon sepetini kamuoyu ile paylaşmaktan kaçınsa da içinde kira, gıda, ulaşım, sağlık, eğitim, eğlence ve benzeri harcama kalemleri olduğunu biliyoruz. Ancak burada önemli bir sorun var: “Ortalama hane” diye bir şey gerçekte yok. Bu tamamen TÜİK’in hesaplama yöntemini kolaylaştırmak için oluşturduğu yapay bir kurgu.
Bir işçi ailesi gelirinin yarısından fazlasını kiraya ve gıdaya ve ayırırken, üst gelir grubundaki bir aile bütçesinin büyük kısmını lüks tüketime, tatil, özel okul ya da yatırımlarına ayırır. TÜİK’in açıkladığı enflasyon, bu sınıfsal farklılıkları görünmez kılar. Yoksulların sepetinde gıda ve barınma çok daha büyük yer tutarken, zenginlerin sepetinde bunların payı küçüktür. Sonuçta “resmi enflasyon” daha çok orta-üst gelir gruplarının harcama kalıplarını yansıtır.
Bugün Türkiye’de açıklanan resmi enflasyon oranlarının güvenilirliği kamuoyunda uzun süredir ciddi şekilde tartışılıyor. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) gibi bağımsız oluşumların hesapladığı oranlar ile TÜİK verileri arasında büyük farklar var. Örneğin, gıda fiyatlarının yıllık artışı ile TÜİK’in açıkladığı oran arasında yarı yarıya fark var.
2025 yılında TÜİK’in enflasyon sepetinde gıdanın payı yüzde 25, kiranın payı yüzde 15 civarındayken, dar gelirli bir aile için bu oranlar toplamda yüzde 60’ın üzerinde. Erdoğan-Şimşek programının katı bir şekilde uygulandığı ve halkın geçim krizinin her geçen gün derinleştiği koşullarda TÜİK’in açıkladığı enflasyon verilerinin gerçeği yansıttığına kimse inanmıyor.
Kamuoyunda hakim kanaat, resmi rakamlara siyasi müdahale olduğu yönünde. Bu nedenle resmi enflasyonun “gerçek hayatın enflasyonu”nu tam olarak yansıtmadığı, daha çok iktidarın siyasal-ekonomik ihtiyaçlarına göre düzenlenen bir istatistik işlevi olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.
Emekçiler için enflasyon, özellikle de hayat pahalılığı sadece bir istatistik değil, günlük yaşamın en yakıcı gerçekliğini oluşturuyor. Asgari ücretle çalışan bir işçinin ücreti yıl başında 22 bin 102 lira iken yılın ilk sekiz ayı içinde reel değeri 16 bin liranın altına geriledi.
TÜİK tarafından açıklanan resmi enflasyon ile işçilerin enflasyonu arasında en az iki kat fark olduğunu görmek için ekonomi uzmanı olmaya gerek yok. Bu acı fark, sadece rakam değil; sofradaki ekmeğin küçülmesi, yetersiz beslenme sorununun büyümesi, çocuğun okul harçlığının yetmemesi, faturaların ödenememesi, kredi ve kredi kartı borçlarının geri döndürülemez şekilde birikmesi demek.
Zenginler için “katlanılabilir bir maliyet” olan enflasyon, yoksullar için daha fazla açlık ve yoksunluk anlamına gelir. Bu nedenle enflasyon ölçümü sadece teknik bir hesaplama değil, sınıfsal bir meseledir. TÜİK “kimin enflasyonu?”nu ölçüyor sorusu aslında “Kimin hayatı değerli sayılıyor?” sorusuna denk düşüyor. O nedenle Türkiye’de her ay açıklanan resmi enflasyon işçilerin değil, sermayenin enflasyonudur.