2013 yılı Mayıs ayının son günlerinde İstanbul’un kalbinde, küçük bir yeşil alan olan Gezi Parkı’na dozerlerin girmesiyle başlayan olaylar, kısa sürede yalnızca bir çevre eylemi olmaktan çıkıp, Türkiye tarihinin en kitlesel sivil itaatsizlik hareketlerinden birine dönüştü. Bu hareket, yalnızca İstanbul’da değil, 80’den fazla kente yayıldı ve milyonlarca insanı sokaklara döktü. Kimi ağaçlar için, kimi özgürlükleri için, kimi ise biriken adaletsizlik duygusunun ağırlığıyla oradaydı.
28 Mayıs 2013: İlk Kıvılcım
Gece yarısı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait iş makineleri, Topçu Kışlası’nın yeniden inşası bahanesiyle Gezi Parkı’na girdi. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği üyeleri, parkta yapılan gizli yıkım çalışmalarını fark edip sosyal medya üzerinden çağrılarda bulundu. Birkaç çevre aktivisti, sökülmek istenen ağaçları korumak için parkta çadır kurarak nöbet tutmaya başladı.
Sabah saatlerinde polis, parktaki kalabalığa biber gazı ve coplarla müdahale etti. O ana kadar yerel bir çevre mücadelesi olarak süren direniş, şiddetin dozu arttıkça başka bir kimlik kazandı.
29-30 Mayıs: Kalabalık Büyüyor
Çevre aktivistlerinin çağrıları yanıt buldu. İstanbul’un dört bir yanından insanlar parkta toplanmaya başladı. Çadırlar yeniden kuruldu, gece boyunca şarkılar söylendi, konserler verildi, forumlar düzenlendi. Bu barışçıl direnişin sembolü haline gelen anlardan biri de, 28 Mayıs sabahı polisin biber gazı sıktığı sırada Reuters muhabiri Osman Örsal’ın çektiği “Kırmızılı Kadın” fotoğrafıydı. Bu kare, direnişin dünya çapında bir sembolü oldu.
30 Mayıs sabahı, polis bir kez daha çadırları sökmeye ve parkı boşaltmaya çalıştı. Milletvekili Sırrı Süreyya Önder yine dozerlerin önüne geçerek yıkımı durdurdu. Ancak gerilim giderek tırmanıyordu.
31 Mayıs: Alev Alan Türkiye
Saat 05.00 sularında polis, parkta uyuyan eylemcilere biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etti. Ardından çadırlar ateşe verildi. Görüntüler sosyal medyada hızla yayıldı. Polis, çadırları eylemcilerin yaktığını iddia etti, ancak çekilen videolar yangını polis ve zabıtanın çıkardığını açıkça gösterdi.
Bu olay, büyük bir öfke dalgasının fitilini ateşledi. İstanbul’da on binlerce kişi Taksim’e yürüdü. Şehrin dört bir yanında yollar kapatıldı, barikatlar kuruldu. İstanbul Altıncı İdare Mahkemesi, aynı gün Topçu Kışlası projesi için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak meydan hâlâ gaz, plastik mermi ve çatışma alanıydı.
1 Haziran: Park Halkındır
1 Haziran sabahı polis, gelen emirle Taksim’den çekildi. Binlerce kişi Gezi Parkı’na yeniden girdi. Park bir direniş kampına dönüştü. Eylemciler burada kütüphaneler kurdu, yemek dağıttı, revirler oluşturdu, tartışmalar ve atölyeler düzenledi. Gezi Parkı yalnızca bir protesto alanı değil, alternatif bir yaşam pratiğinin denendiği kamusal bir mekâna dönüştü.
Aynı gün İstanbul’un Anadolu yakasında toplanan kalabalık Boğaziçi Köprüsü’nden yürüyerek Avrupa yakasına geçti. Diğer şehirlerde de sokaklar dolup taştı. Ankara, İzmir, Eskişehir, Adana, Antakya, Mersin ve daha birçok kentte protestolar başladı. Bazı yerlerde devlet kurumları önünde oturma eylemleri yapıldı, bazı yerlerdeyse polisle çatışmalar yaşandı.
3 Haziran: Acılar ve Talepler
Eylemlerin üçüncü gününde ilk can kaybı yaşandı. İstanbul Ümraniye’de Mehmet Ayvalıtaş, eylemcilerin üzerine süren bir aracın çarpmasıyla hayatını kaybetti. Aynı gün, Antakya’da Abdullah Cömert, polis müdahalesi sonucu yaşamını yitirdi. Gezi Direnişi artık yalnızca bir itiraz değil, bir yas, bir dayanışma, bir tarih yazımı hâline geldi.
Taksim Dayanışması o gün taleplerini kamuoyuna duyurdu:
• Gezi Parkı’nın park olarak kalması
• AKM’nin yıkımının iptali
• Polisin şiddetinin sorumlularının istifası
• Biber gazı ve benzeri silahların yasaklanması
• Tüm gözaltına alınanların serbest bırakılması
Ve Sonrası…
Gezi Parkı işgali yaklaşık iki hafta sürdü. Park, 15-16 Haziran’da yoğun polis müdahalesiyle boşaltıldı. Olaylar sırasında biri polis olmak üzere sekiz kişi hayatını kaybetti, 10 bine yakın insan yaralandı, yüzlerce kişi gözaltına alındı ve tutuklandı.
Yıllar sonra Gezi Direnişi’ne ilişkin açılan davalarda sivil toplum aktörleri ağır cezalar aldı. Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Can Atalay, milletvekili seçilmesine rağmen cezaevinden tahliye edilmedi. Anayasa Mahkemesi kararları dahi uygulanmadı.
Ama bütün baskılara rağmen Gezi, yalnızca bir direnişin değil, başka bir yaşam tahayyülünün, başka bir kamusal birlikteliğin mümkün olduğunu gösterdi.
Bir Ağacın Hatırası
Gezi Direnişi, iktidarın tahakkümüne karşı doğa, mekân, ifade özgürlüğü ve ortak yaşam için verilen sivil bir direnişti. Ağaçlara sarılan insanların mücadelesi, Türkiye’nin toplumsal hafızasında silinmez bir iz bıraktı.
Ve bugün, 12 yıl sonra bile, Gezi Parkı’nın serin gölgesinde yankılanan o söz hâlâ geçerliliğini koruyor:
“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”