Her çocuğun ayrı bir dünya olduğu kulağımıza klişe gibi gelebilir. Belki sık duyduğumuz şeylerin üzerine düşünmeyi bıraktığımızdandır bu. Yakın bir zamanda karşılaştığım bir çocuk sayesinde bunun üzerine yeniden düşünmeye başladım. Çünkü her hikaye bizi başka bir dünya ile karşılaştırıyor.

Acaba bu dünya nasıl diye düşünürken gözümün önünde bir harita belirdiğini fark ettim.

Her çocuk sanki bir harita gibi, bir toprak gibi… Her birinin kendine özgü bir şekli ve dokusu var. Bu topraklar çok bereketli; ama anne ve babalar bu verimli topraklardan bambaşka şeyler bekliyor. Oysa o toprakta yetişecek olan, başka bir şeye ait, başka bir şeye hazır. Beklentilerle bu gerçek arasında bir çatışma doğuyor.

Sınav süreci ise, anne ve babanın çok önceden o toprağa attığı tohumların ne çıkacağını belirlemeye çalışması gibi… Ne büyüyeceğine, ne olacağına onlar karar vermiş sanki. Ama o toprak (çocuk) kendi içinde başka bir şey yeşertmek istiyor. Kendi yolunu, kendi rengini, kendi kokusunu arıyor.

Sonuç olarak, belki de her toprağın kendi bereketini görmek, orada kendiliğinden filizlenecek olanları sabırla keşfetmek hepimize iyi gelecektir.

Ne var ki, sınav sistemi bize hangi filizlerin makbul, hangilerinin yabani olduğunu söylüyor; toprağın neyi yeşertmeye hazır olduğuna değil, neyi yeşertmesi gerektiğine karar veriyor. Böylece her çocuk, kendi rengini, kokusunu, yönünü bulmakta zorlanıyor. Oysa belki de en çok ihtiyacımız olan şey, her bir toprağın kendi mevsimini beklemesine izin vermek…