Klinik Psikolog Barış Tosun, şiddet olaylarının ardından ‘Sebebi ne olursa olsun karşıyız’ söyleminin şiddete gerekçeler üretilmesine neden olduğunu belirterek, “(Şiddete Karşıyız) daha doğru bir söylem” dedi.

Emine Bulut’un son sözleri, ‘ölmek istemiyorum’ idi. Aslında bu ülkemizde neredeyse cins kıyımına uğrayan tüm kadınların çığlığıydı. Evet bizler ölmek istemiyoruz ama hukuk, siyaset, gelenekler hep bir arada bizim ölmemiz konusunda erkekleri cesaretlendirmekte. Her ölümün arkasından ‘ama’lar duyulmakta. Kadın bir birey değil, erkeğin ‘uslu durursa’’ koruması, ‘söz dinlemezse ’baskısı altında olması gereken bir varlık gibi algılanmakta. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en vahşi sonuçlarını yaşadığımız şu günlerde şiddeti ve sonuçlarını Klinik Psikolog Barış Tosun ile görüştük.

Çözüme bir nebze katkımız olması umuduyla....

Serap ÖZER

-Sayın Tosun bildiğiniz gibi son yıllarda kadına ve çocuğa yönelik şiddet de buna bağlı olarak farkındalık da arttı. Sizden şunu öğrenmek istiyorum şiddet nedir? Toplumumuzda neden bu kadar yaygın?

Toplumsal şiddet ve kadına karşı şiddetten konuşurken öncelikle şuna değinilmesi gerekiyor; Şiddet nedir? Bir canlının başka bir canlıya; otorite ve baskı kurmak için, bir konuyu dikte ettirmek için ya da başka bir sebepten dolayı gösterdiği fiziksel ve psikolojik olarak zarar, kişiyi temel ihtiyaçlarından mahrum etme ya da ihmal ve istismar olarak değerlendirebiliriz.

Şiddet bizim ülkemiz gibi doğu toplumlarında, Avrupa dışı ülkelerde genelde küçük yaştan itibaren öğrenilen bir şey aslında. Çocuk küçük yaşta önce ailede şiddeti öğreniyor. Genelleme yapacak olursak, babasından, annesinden, abisinden şiddeti öğreniyor. Örneğin baba evde anneye şiddet uyguluyor bunu gören çocuk kendinden daha küçük olan kardeşine şiddet uygulamaya başlıyor. Okulda kimi öğretmenler, öğrenciye şiddet uyguluyor, çocuk ondan görüp arkadaşına şiddet uyguluyor. Fiziksel şiddet bu şekilde öğreniliyor. Bunun yanında cinsiyetçi eğitim sistemi, okutulan kitaplar, yapılan etkinlikler, siyasilerin söylemleri, empati eksikliği, her tartışmada kendini haklı çıkarma isteği ki biz tartışmayı kavga etmekle karıştırıyoruz. Ülkemizdeki şiddetin salt nedeni tam olarak bu da değil aslında, biraz da toplumsal bir sorun. Gerek basın, televizyon dizileri toplumda ki kimi değer yargıları diye lanse edilen şeyler. Örneğin, toplumda, özelikle erkek çocukların psikolojik ve fiziken güçlü güçlü bir birey olması istenir. Erkek ağlamaz, güçlüdür, serttir, yeri geldiğinde vurur tarzıyla yetiştiriliyor. Çocuklarımız böyle yetişiyor malesef, ailede böyle yetişiyor. Erken çocukluk döneminde, anaokul ve ilkokul döneminde çocuk hep bu zihniyetle büyüyor. ‘Sana bir şey yapana sende yap oğlum, kendini ezdirme’… Bu ezdirmeden kasıt hakkının gasp edilmesini engellemek değil biri sana şiddet uygularsa sende şiddet uygula şeklinde. Ailede böyle böyle başlıyor. Bunu kimi aileler kasıtlı yaparken, kimileri ise toplumun değer yargıları olarak aşılanan ritüellerin, geçmişten gelen sözde geleneklerin, basının yarattığı bilinçaltının ve bunlar gibi toplumsal etkiler ile yapıyor ve farkında değl. Şiddete yönlendirme, cinsiyetçilik, cinsiyet eşitsizliği, eril zihniyetin toplumsal ritüelleri, hep şiddetin, kadına karşı şiddetin sac ayaklarından diyebiliriz. Örneğin kimi ’’modern’’ aileler dahi bunu yapabiliyor. Örneğin erkekeğe mavi, kız çocuklarına pembe renk giydirme gibi.

-Özellikle son yıllarda çocuk filmlerinin de şiddet ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Sizce bu bilinçli bir tercih mi?

Evet zaman zaman özellikle tercih edildiğini ya da pedagojik analizi yapılmadan servis edildiğini düşünüyorum. Gerek politik olarak, gerek kimi sosyolojik değerler olarak ve gerekse televizyon dizileri, filmleri ve bahsettiğiniz gibi çizgi filmler şiddete yönelik. Çocuk küçük yaşlardan itibaren bunları izleyerek büyüyor, şiddeti öğreniyor ve ayrıca bu şekilde şiddet meşrulaştırılmış oluyor. Çocuk küçüklüğünden itibaren kendine bir rol model seçer bu ya baba, ya öğretmen ya da televizyondan seçtiği bir karakter, “mafya karakteri” bile olabilir maalesef.

-Peki anneyi de rol model alamaz mı?

Tabi ki alır. Ancak ülkemizdeki yanlış algı erkek çocuğunun babaya, kız çocuğunun anneye benzemesini, rol model almasını öğretiyor. Erkek çocuğu büyüyüp babası gibi güçlü kuvvetli, tırnak içinde adam olacak . Kız çocuğu da anneye benzeyecek. Yeri gelince çamaşır, bulaşık yıkayacak , evinin kadını olacak. Çocukları hep böyle sınıflaştırılıyor. Daha doğrusu cinsiyetler sınıflaştırılıyor. Bu yanlış algılar, duygusal gelişimini tamamlamaış olan çocukta büyük travmalara sebep oluyor. Ergenlik döneminde de biyolojik ve fiziksel olarak gelişim çağında olan çocuk yavaş yavaş yetişkinliğe geçiyor. Bu sebeple, bu dönemde duygusal gelişiminde daha fazla değişiklik oluyor, yine bu dönemde ani duygu değişimleri olabilir. Duygusal, fiziksel ve biyolojik olarak gelişim ve değişim döneminde olan bir birey düşünün, bu dönemlerde bu tarz yanlış söylemlerde bulunulursa onlarda büyük travmalara yol açılabilir, toplumsal ve sosyolojik olarak yanlış bir algı, hayat görüşü aşılanabilir.

-Ergen eğitimi nasıl olmalı?

Okullarımızda bulunan rehber öğretmenler, bu konuda ergen bireylere ve ailelerine yardımcı oluyorlar. Fakat, ne yazık ki öğrenci sayısının çokluğu nedeniyle yeterince ilgilenemeyebiliyorlar. Bu sebeple daha kapsamlı bir eğitimin olması şart, bunu yaparken de önce ailelerin bu konuda bilgilendirilmesi gerekir. Ailenin; ergenler ile nasıl diyaloğa girmesi, nasıl iletişim kurması, çocuğa yansıttığı yanlış söylemler, sınıf arkadaşına karşı nasıl davranması, kadına karşı nasıl davranması, eril zihniyetten uzak nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunda bir uzman tarafından yönlendirilmeleri gerekmektedir. Ayrıca; çocuğa bu konularda ve hatta her konuda nasıl davranış sergilemesi gerektiği konusunda, “örnek davranışlar” sergilerseniz, çocuğa bu konular hakkında otomatik olarak eğitilmiş olur. Çünkü, çocuk genellikle ailesinden gördüğünü yapar.

-Bir erkek eşi yada partneri kendisinden ayrılmak istediğinde bunu kendi gururunu aşağılayıcı bir durum olarak mı görüyor? Neden şiddete başvuruyor?

Biraz önce bahsettiğimiz durumların etkisi çok büyük. Şiddettin, kadına karşı şiddetin alt metinlerinde birçok gözükmeyen normal olarak kabul edilen nedenler var. Örneğin; şiddet haberleri okunurken durumun yanlışlığı görülür ancak hemen arkasından ‘’ama’’ denilerek suça bahaneler üretilir. Örneğin şiddet uygulayan erkeklerin ifadelerinde ‘’Ben kesinlikle kadına şiddet uygulamam ama o da benim sabrımı taşırdı, ama o da şunu yaptı,’’ diyerek hep bir bahane üretirler. Mesela bir diğer normal olarak görünen söylem ise, bu konuda yetkin kişiler ya da yetkin olduğu iddia edilen kişiler, siyasiler hatta kimi meslekdaşlar malesef ‘’şiddet sebebi ne olursa olsun karşıyız” denir. Siz bunu dedikten sonra insanlar nedenler üretmeye başlıyor. O nedenle sadece şiddete karşıyız demek doğru söylemdir. Çünkü, “sebebi ne olursa olsun …” dedikten sonra, şiddeti uygulayan kişi ‘’evet ben haklıydım ama biraz abarttım galiba’’ diye düşünüyor, bilinçaltına böyle gidiyor. Erkek yanlış yetiştirilme ve yanlış çevre nedeniyle eşini veya partnerini hayatını paylaştığı eşiti olarak değil de kendisini daha üstte görüyor. Diğer taraftan eşi yada partneri kendinden ayrılmak istediğinde kişi yine tırnak içinde aldatılmış ve kandırılmışlık psikolojisine giriyor. Bu geçmişten gelen ancak bilinç altına süpürülen etkilerden olabiliyor.

Yüzdelik duruma vurursak ağırlıklı olarak yetiştirilme şartları oluşturuyor. Bunun yanında kişi hasta da olabilir. Ancak bunların hiç biri durumu meşrulaştırmaz.

Kimi çevreler kadının sosyal yaşamda var olmasına yeni yeni alışmaya başladı, alışacaklarda. Tüm bunlarda kadının hala bir birey olarak kabul edilmemesi, edilse de erkeğin olduğu bölgeye kadar kabul edilmesinin etkisi var. Örneğin hala bir çok kişi kadının yönetici olduğu bir alanda çalışmaya alışamadı malesef. Bu şekilde söylemlerin çocukların yanında ifade edilince çocuk ‘’ demek bir kadından emir almak olmaz, bu benim taviz verdiğimi gösterir’’ şekilnde yanlış düşünceler edinebiliyor. Çünkü çocuklar için annenin, babanın söyledikleri doğrudur.

-Bilinçsizce yetiştirilen her ailenin çocuğu çevresine şiddet uygular mı?

Hayır, oran olarak az olsa da kişi kendini yetiştirmiş olabilir,başkasını rol model almış olabilir. Ancak yinede en büyük etken ailedir. Tabi az önce bahsettiğimiz gibi, politik, sosyolojik, çevre, yasalar birçok etken var.

-Kadına uygulanan şiddet konusunda kimi zaman kadınların da gerekli tepkiyi vermediğini görebiliyoruz. Örneğin Emine Bulut olayını protesto etmek için toplanıldığında yoldan geçen bir kadının ‘’erkeklere iş bulacaksınız ki onlarda sinirlenip şiddet uygulamasın’’ dediğine şahit oldum. Yine kadın müdürle çalışmak zor diyenler arasında hemcinsleri de bulunmakta. ‘’ kadın kadının kurdudur’’ diye bir atsözümüz var. Tüm bunlardan yola çıkarak kadının kendi hemcinsine bu kadar olumsuz bakmasını neye bağlıyorsunuz?

Dediğiniz gibi bu tarz söylemler hayatın her alnında var aslında, kimi politikacılar, yetkili kişiler, din yetkilileri benzer söylemleri sarf ediyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri yine yetiştirilme tarzı ile alakalı. Ailede erkek çocuğuna lanse ettirilen bilinç kız çocuğuna da lanse ettiriliyor. O erkek kardeşin yanında kızı kardeş de var, erkek çocuğa söylenen şeyleri kız kardeş de duyuyor. O da kendini yaşam pozisyonu olarak ailesinin ona lanse ettirdiği gibi görüyor ve ona ileride yetişkinliğe geçince ailesinin öğrettiği şeyler, ona normal gibi geliyor. Fakat; aile çocuğu eril zihniyetten uzak yetiştirdiği zaman geçmişten gelen kimi ‘’gelenekler’’, atasözleri etkili olmuyor. Yine de bütün bunlar cinsiyetci söylemlerimizi değiştirmemiz gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

-Peki biz partnerlerimizde şiddet eğilimini ilk nasıl fark edebiliriz. Yada neyi görmezden geliyoruz.

Aslında şidddetin azı yada çoğu yok. İlk hissedildiği anda gerek uzmanlarla yada adli mercilerle çözmek gerekiyor. Ülke olarak hep bazı şeyleri biriktiriyoruz. Taviz veriyoruz ve bir yerden patlak veriyor.

-Ülkemizde çok yoğun olmasına rağmen her zaman gözden kaçan psikolojik şiddeti nasıl fark edebiliriz?

Bu yine ailede başlayan bir süreç. Örneğin ailede herhangi bir konuda karar alınacağı zaman kadına sorulmaması, onun sözlerinin dikkate alınmaması veya önce erkeğe söz verilmesi, kadının mutfağa hapsedilmesi, çocuk bakımının sadece kadına yüklenmesi, sosyalleşmesinin engellenmesi temel ihtiyaçlarından mahrum bırakılması, ihmal psikolojik şiddete girer.

-Ülkemizdeki namus kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz? Cinayetlerden sonra genelde savunma ‘’namusumu temizledim’’ şeklinde oluyor.

Namus kavramı denilince ülkemizde genelde cinsellikle özdeşleştiriliyor. Oysa namus kavramının kişinin iyi, dürüst bir insan olması, doğaya, insanlara, eşyalara zarar vermemesi, yalan söylememesi, hırsızlık yapmaması, kadına karşı şiddet uygulamaması, haksızlıklara karşı olabildiğince müdahale etmesi ile özdeşleştirip çocuklarımız da o şekilde büyütsek bu düşünce büyük oranda ortadan kalkacaktır.

-Peki neden inatla namus kavramı kadın bedeniyle özdeşleştiriliyor?

Bunun sebepleri arasında geçmişten gelen yanlış eğitim, kuşaktan kuşağa aktarılan yanlış teoriler ve politikaları sayabiliriz.

-Okularda verilecek cinsel eğitimin şiddetin önlenmesine etkisi olur mu?

Ülkemizde cinsellik bir tabu, ayıp bir şey gibi görünüyor. Aslında az önce saydığımız şiddetin, istismarın ve yanlış bilincin oluşturulmasının sebeblerinden biride bu. Cinselliği tabu olarak görüyoruz, kişi duygularını bastırıyor. Örneğin çocuk küçük yaştan itibaren cinsellikle ilgili merak ettiği şeyi anne ya da babasına sorduğunda ayıp denerek susturuluyor. Çocukta çevreden ya da başka bilgi kaynaklarından yanlış bilgiler edinebiliyor. O nedenle her yaş seviyesine uygun bir eğitimin verilmesi, çocuğun, hem kendi bedenini hem de diğer cinsin bedenini öğrenmesine, karşılıklı olarak birbirlerinin bedenlerine saygı duyması gerektiğini öğretecektir. Çocuğun kendi bedeniyle barışmasını sağlıyor.

-İstismara uğrayan çocuk ya da tecavüze uğrayan kadın bir utanma duygusu ile başbaşa kaldığı için durumu anlatmakta ya da ihbar etmekte geç kalabiliyor. Bunu nasıl çözebiliriz?

Cinsel istismarda en çok karşılaşılan şeylerden biri de bu aslında. Bana bir şey derler mi? Acaba ben mi kötü bir şey yaptım? Bunu kime söylemeliyim kaygıları nedeniyle İstismarı saklıyor.Çocuk korkuyor çünkü cinsellik tabulaştırılmış ve var olan namus kavramı da korkularını arttırıyor. Çocuk, “Acaba namusum kirlendi mi, eğer böyleyse ise bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şeklinde yanlış algılar sebebiyle maalesef bu şekilde düşünebiliyor. Ve çocuk yoğun bir depresif duruma giriyor. Ailesine söylediği zaman maalesef bazı aileler de namus kavramını öne çıkararak, çocuğa bu yanlış algıyı aşılayabiliyor.

-Son olarak neler söylemek istersiniz?

Son olarak, toplusal şiddeti, kadına karşı şiddeti, cinsel istismarı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak ve bundan sonraki kuşakların bu sorunları yaşamasını önlemek için önce aile ve okul eğitimine çok önem vermek gerekiyor. Bu şekilde uzun vadede doğru bilince ulaşılabilir. Bunun dışında politik olarak da politikacıların söylemleri, politka tarzları, yasalar, basın yayında çıkan argümalara dikkat edilmesi ve değiştirilmesi gerekiyor. Bu eylemler hep bir bütün. Kısaca her şey eğitim ve bilinçte yatıyor.

-Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.