Lütuf değil hakkımız olanı istedik her zaman. Bu hayatı eşit koşullarda yaşamak gibi en temel hakkımızdan alıyoruz gücümüzü. Varsın en temel gereksinimlerini “özel gereksinim” adı altında bir lütuf olarak isteyenler nicelik bir yoğunluk oluştursun.
Bu bir yol ayrımı ve eski tip sakatlık mücadelesinin tarafına yönünü çevirenlerin çıkmaz yolda kaybolması, hatta engelli mücadelesini de çıkmaza sokması kaçınılmaz.
O yüzden “Sosyal sorumluluk projesi” zırvalarından, kırıntılara orantısız teşekkür etmekten, zaten hakkımız olanı kırılarak istemekten ibaret bir çalışma tarzı terk edilmeli artık. Çünkü çökmüş bir yöntem. Çünkü kapsayıcılığı bir zorunluluk değil de ayrıcalık olarak kavramak ve kavranmasını hissettirmek kaybettiriyor.
Bunun kelimelerle anlatılamayacak kadar net anlaşılmasını sağlayan bir diyalog yaşandı geçenlerde. Engelli bir öğrenci en temel hakkı olan engelli tuvaleti talebini rektörün karşısında dile getirdi. Hani olaylara yaklaşım ve hatta olay karşısında hissedilen duygu da politiktir ya, rektör olayı kendi bakış açısıyla savuşturmaya çalıştı.
Mesela onun yerinde ben olsaydım, bir öğrencimin yeti çeşitliliği gözetilmediği için en temel ihtiyacını gidermekte zorlandığını öğrendiğimde inanılmaz kötü hissederdim kendimi. Rektör bey ne hissetti bilemeyiz ama ne söylediğini duyduk. Öğrenciye “bağış toplarsa, çalışırsa” tuvaletin yapılacağını söyledi. Hangi öğrenci girdiği okulda en temel ihtiyacını gidermek için bağış toplayıp tuvalet yaptırmak zorunda?
Sağlamcı bakış açısı
Tuvalete gitmek sadece kendilerinin fiziksel ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş çoğunluk için sıradan bir ihtiyaç, tuvaletler kapsayıcı tasarlanmadığından yeti çeşitlilikleri gözetilmediği için o tuvaletleri kullanmakta problem yaşayanlara özel gereksinim öyle mi?
Bu sorunun muhatabı sadece rektör değil. Rektöre tepki göstermekte birbiriyle yarışan ama aslında engelliler için çok farklı bir zihinsel ve somut pratiğe sahip olmayan kalabalık. Hadi alın bu soruyu ve evirip çevirin zihninizde. Kendinize küçük bir test uygulayın.
Sizinle ortak faaliyete katılmak isteyen engelli ekip arkadaşınıza tavrınız ne oldu? Faaliyeti kapsayıcı bir şekilde mi dizayn ettiniz? Yoksa uygun bir dille katılamayacağını ya da katıldığında konu mankeni olarak ilerleyeceğini mi söylediniz? Hatta bu konuda çarpıcı bir örnek vereyim.
EEEH Dergi olarak başlattığımız #KörlerBuradaGörseliAçıkla kampanyası sırasında sosyal medyada paylaşılan görsellere açıklama eklenmesi talebimizin en çok aldığı itiraz “zaman alıyor” oluyordu. Ya da bu bir hobi olarak değerlendirilip sadece kişinin canı istediğinde uygulanıyordu.
Bazı işyerlerinde körler boş boş oturur. Niye? “Yeterli ekipman yok.” Oysa ihtiyaç olan ekipman her hangi bir bilgisayar ve ekran okuyucu program. Bu örnekler çoğalabilir. Rektöre kızmak belki bizi daha duyarlı hissettirecek ve gösterecek. Biraz da gazımızı alacağız. Peki zihnimizde fark etmediğimiz o rektörün yaklaşımına benzeyen düşünceler ne olacak? Yetki sahipleriyle muhatapları arasında derin bir uçurum olan böylesi bir sistemde biz de yetki sahibi olsak benzer davranışta bulunmayacağımızı garanti edebilir miyiz? Yani sorun sistematik. Sistem sorunu ve sağlamcılık sorunu.
Sağlamcı bakış açısı doğası gereği kendini “normal” kabul ettiği için, eksik kabul ettiğinin ihtiyaçlarını da pozitif ayrımcılık gibi görür. Akademik çevrelerden sokaktaki insana kadar herkesin sulu bir elma gibi keyifle dilinde çevirdiği “özel gereksinim” kavramı da bu bakış açısının ürünü. Hep söylerdik “tuvalet ihtiyacı da mı özel gereksinim” diye. Bizim vurucu olsun diye söylediğimiz örnek somut bir şekilde karşımıza çıktı.
Demek “Özel gereksinim” hikayesi zihin bulandırmak içinmiş. Demek, dediğimiz gibi “erişilebilirlik bir hakmış ayrıcalık değil.” Aslında rektörün daha sonra yaptığı açıklama, demek istediğimi tam olarak anlatıyor. Bakış açımın tam tersi bir amaçla o açıklamayı yapmış. Neden yaptığı da belli ama direkt anlatmak istediğimizi dile getirmiş. Rektör açıklamasında “Devletimiz istese binlerce, yüz binlerce tuvalet yapar” diyor.
Yani diyor ki “tuvalet yapmak için imkan var” İşte en önemli nokta bu. Çok rahat yapılabilecek ve yapılması gereken bir şey için neden bağış bekleniyor? Çünkü bu bir öncelik sorunu. Bu tuvalet “özel gereksinim” kabul edilmeseydi, kapsayıcı bir bakış açısıyla düşünülseydi bu konu gündeme bile gelmeden çözülürdü.
Hepimiz sorumluyuz
Yani burada kişi ya da unvanın ötesinde bir sorun var. Sağlamcı bakış açısı. Bu sürekli bizim karşımıza çıkar. Ardahan Belediye Başkanı “Her şeyi hallettik de engelli yolu kaldı” demişti. Aynı bakış açısı işte. “Elimizdeki imkanları kullanalım, engellilerin ihtiyaçları da öncelik hiyerarşimizin altlarında bir yerde dursun.”
Tabii bu durumdan sadece yetkililer, sistem ve toplum sorumlu değil. Yıllarca büyük firmaların reklam aracı olan “sosyal sorumluluk” adı verilen çalışmaları amaç haline getiren, sadece ekonomik bazı haklar geri çekildiğinde ses çıkaran, kendini güncellemeyen, erişilebilirlik ve sağlamcılık gibi kavramlardan bile bihaber olan, sağlamcıların “özel günlerde” düzenlediği hediyeli ve yemekli etkinliklerde boy göstermeyi temel faaliyet gören engelli örgütlerinin de payı var bu tabloda.
Özetle, anlatılan hepimizin hikayesi ve hepimiz sorumluyuz bu durumdan. Sağlamcılığın politik olduğunu, sağlamcılığın hepimizi kemiren bir ayrımcılık türü olduğunu, onu yenmeden bu tür yaklaşımlara daha çok maruz kalacağımız gerçekliğiyle yüzleşmeden hiçbir şey değişmez.
İşte hepimize fırsat. İçimizdeki sağlamcıyla yüzleşelim. Zaten önceliklerimiz de biz fark etmeden değişmiş olacak. Yeter ki yüzleşelim.
Burak Sarı kimdir?
Engelsiz Erişim Grubu’nun Ankara temsilciliğini yapmıştır. Müzikle yakından ilgilenmektedir. Bir dönem Grup Tepetaklak’ta bağlamacı olarak görev aldı. Farklı grup ve sanatçıların çalışmalarına bağlama, gitar, ney, flüt gibi enstrümanlarla katkı sundu. Müzikal çalışmalarına Grup Devinim’de devam etmektedir. Edebiyatla, sanat sepet işleriyle haşır neşir olmak ve tembellik hakkını sonuna kadar kullanmak en büyük keyiflerindendir. Halen Engelsiz Erişim Derneği ve değişik platformlarda faaliyetlerine devam etmektedir.