Bekir Ağırdır – Oksijen

İmralı heyetine CHP’nin üye vermemesi üzerinden yürüyen tartışma yine Türkiye siyasetinin klasik hastalıklarını içinde barındırıyor. Birinci sorunumuz toplumsal gerçekliklerin ya farkında değiliz ya da görmezden geliyoruz. Oysa mesele, bir komisyonun kaç kişiyle İmralı’ya gidip gitmeyeceği kadar teknik değil. Türkiye’nin yüz yıldır çözmeye çalıştığı, ama hâlâ kurumsal bir çerçeveye oturtamadığı Kürt meselesinin geleceği, hepimiz için eşit ve onurlu bir yaşamın zemini söz konusu.

Son günlerin en hararetli tartışması “Terörsüz Türkiye Komisyonu”nun İmralı’ya gidişi ve bu ziyarete CHP’nin üye vermemesi üzerinden yaşandı. Ne yazık ki tartışmanın seyri yine Türkiye siyasetinin klasik hastalıklarını içinde barındırıyor. Bir kez daha duygusal ve zihni ambargolardan beslenen pozisyonların ne denli güçlü olduğunu gördük.

Birinci sorunumuz toplumsal gerçekliklerin ya farkında değiliz ya da görmezden geliyoruz. İkincisi böylesine tarihsel, siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki bir meseleyi taktik siyasi hamlelere sıkıştırarak tartışıyoruz. Üçüncüsü bir kez daha böylesi bir meseleyi bir yandan şeffaf olmayan diğer yandan toplumsallaşmasının da adeta istenmediği yöntemlerle yürütüyoruz. Dördüncüsü de tüm tartışmayı güncel küresel, bölgesel, ulusal dinamiklerden, bağlamından çıkarıp sabit ve statik bir meseleymiş gibi değerlendiriyoruz.

Oysa mesele, komisyonun kaç kişiyle adaya gidip gitmeyeceği değil. Türkiye’nin yüz yıldır çözmeye çalıştığı, ama hâlâ kurumsal bir çerçeveye oturtamadığı Kürt meselesinin geleceği söz konusu. Bu, yalnızca Kürtler için değil hepimiz için, eşit ve onurlu bir yaşamın zeminini belirleyecek mesele.

Tarih bize devletlerin hukuki tanımlarıyla toplumların meşruiyet algılarının çoğu kez örtüşmediğini öğretti. Bir kişinin devleti tarafından “terörist” olarak tanımlansa bile, kendi toplumu tarafından “lider” veya “önder” olarak kabul edildiği çok örnek var. Sonra zaman geçiyor, koşullar değişiyor ve devlet karşıtı silahlı mücadele yürüten liderlerin bazıları toplumları tarafından olduğu gibi devletleri tarafından da meşru görülebiliyorlar.

Tüm araştırmalar, Kürt yurttaşların çok önemli bir kesiminde Öcalan’ın bir “lider figürü” olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu meşruiyet devletin onayından değil, sosyolojik bir gerçeklikten besleniyor ve bu sır değil.

Bunu beğenmek zorunda değiliz ama görmezden gelemeyiz. İmralı’ya gitmek, Öcalan’a yeni bir meşruiyet üretmez. Zaten Kürt yurttaşlar gözünde var olan meşruiyetini siyasal alanda tanımak anlamına gelir.

Bu bir etki yaratır ama bu etkiyi yok saymakla ortadan kaldırmak mümkün değil. Yoksa heyetin Öcalan’la görüşmesinden yeni, bilinmeyen bir içerik beklememek gerektiğini herhalde herkes biliyordu.

Ama Kürt yurttaşların gözünde, gönlünde önemli ve değerli olan bir şeyin devlet ve Türkler tarafından da anlaşıldığının gösterilmesinin, hakiki ve nihai çözüme ulaşmak için siyasi, özellikle de psikolojik bir eşiği geçmek olduğunu da anlamak gerekir.

Bu kez on üç aydır süren tartışmaların temelinde, süreci yönetenlerin topluma ortak bir çerçeve ve vaadi sunmaması yatıyor. Ya da süreci başlatanların, yönetenlerin süreç tanım ve hedefleri ile kamuoyunun algı ve beklentilerindeki arasındaki farklılıklar nedeniyle tartışmalar hararetli yürüyor.

İktidar kanadı ilk günden hedefi “terörsüz Türkiye” olarak tanımladı. Hatta “açılım” kelimesi bile kullanılmadı. Şu soruların da cevabı verilmedi hiç: Bu kez kastedilen nihai hedef nedir? Kim muhataptır ya da hangi aşamadan sonra muhatap sivil siyasi aktörler olacaktır? Hangi aşamada Meclis devreye girecektir? Süreç kime ne vaat ediyor?

Hedefi “terörsüz Türkiye” olarak tanımlayınca çözüm arayışları da bir kez daha, yıllardır olduğu gibi devlet – Öcalan/Kandil hattı arasında sıkışıyor. Böyle olunca toplumun, sivil toplumun, siyasi partilerin ve Meclis’in dahil edilmediği bir süreçte kalıcı barışın oluşması mümkün olamıyor.

Öte yandan Türkiye’nin Kürt meselesi deyince, devletin demokratikleşmesi, Suriye’de yeni düzen içinde Kürtlerin durumu, Orta Doğu’daki yeni siyasi dengeler gibi karmaşık meseleler karşımızdaki. Bu meselelerin her biri diğerini besliyor, daha da karmaşıklaştırıyor. O nedenle temkinli bir dille de olsa Türkiye’nin geleceğini düşünen herkes sürece olumlu yaklaştı.

Önceki süreçlerin çöktüğü yer de tam burasıydı. Önceki iki süreçte de toplumsal destek yükselerek sürmüş ama toplum nihai vaadin ne olduğunu görmeyince gerilemişti. Bu kez destek ve umut yüksek fakat sürecin başarısına dair güven hâlâ düşük seyrediyor.

CHP’nin kararı anlaşılabilir ama eksik

CHP, Kürt meselesinin demokratik ve şeffaf biçimde Meclis’te çözülmesi gerektiğini savunarak komisyonda kaldı; ancak kayyum uygulamaları, AYM–AİHM kararlarının uygulanmaması ve siyasal alanın daralması gibi gerekçelerle İmralı’ya gidecek heyete üye vermedi. Devlet yetkililerinin zaten İmralı’yla görüştüğünü hatırlattı ve 51 üyeli komisyon adına 5 kişilik kapalı bir heyet gönderilmesinin doğru olmayacağını söyledi.

İlginç bir rastlantı olarak CHP İmralı ziyaretine katılmayacağını açıkladığı gün bir başka toplantıda Kurultay’a sunulacak yeni program taslağını açıkladı. Programdaki öneri metni ise aynen şöyle: “Demokratikleşme, toplumsal sorunların eşit yurttaşlık temelinde çözümü için elzemdir. Kürt sorununda kalıcı çözüm; yalnızca terörün sona ermesiyle değil, eşitlikçi, katılımcı, demokratik bir siyasi ve toplumsal düzenin kurulmasıyla sağlanacaktır. Herkesin kendini ülkenin eşit yurttaşı olarak hissedebilmesi esastır. Bu yaklaşımla tüm yurttaşların ana dilini öğrenme, kullanma ve geliştirme hakkına saygı gösterilecek; kimsenin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramasına ve toplumsal olarak dışlanmasına izin verilmeyecektir. Farklı kimliklerin, inançların ve kültürlerin özgürce var olabildiği bir toplumsal yapı güçlendirilecektir.”

Yine programda hedeflenen düzenlemeler içinde Kürt meselesine doğrudan temas eden başka başlıklar da vardı: Terörle Mücadele Kanunu hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini esas alarak yeniden düzenlenecektir. Terör örgütü ve örgüt üyeliği tanımları evrensel standartlarda yeniden yapılacaktır. İfade özgürlüğünü kısıtlayan ve şiddetle bağlantısı olmayan düşünce ve açıklamaları cezalandıran hükümler çıkarılacaktır. Avrupa Yerel Yönetimler Şartı hayata geçirilecektir.

Bu önerilerin hepsi Kürt sorununun çözümü açısından kritik öneme sahip. Ama tartışma bu program üzerinden değil İmralı kararı üzerinden yürüdü. İmralı ziyareti konusunda CHP temkinli davranmak istedi, belki anlaşılır gerekçeler de sundu. Ancak this karar, Kürtler açısından ciddi hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Kürt yurttaşlar barış sürecinin yalnızca iktidarla değil, yenilenme iddiasındaki CHP ile birlikte yürütülmesini bekliyordu. CHP’nin bu kararı, yeni programındaki umut verici önerilerin inandırıcılığını gölgeledi.

CHP’ye olağan dışı rol mü biçiliyor?

CHP’nin çekincelerinin belirli yönleri anlaşılabilir. Belirsiz bir sürece çekilmek istememesi, iktidarın muhalefete ağır baskı ve kriminalizasyon ortamında her adımın ağır bedeli olması gibi gerekçeler rasyonel gerekçeler. Ancak Kürtler açısından da zaman “şimdi”ydi. Bölgesel dengelerin değiştiği, Kürt siyasetinin yeni bir yön aradığı dönemde bu adımın önemli olduğu düşünülüyordu.

Hele her fırsatta bir kısım Türklerin sürekli Kürtleri güven testine sokması, Öcalan’ın meşruiyeti karşılığında iktidarın otoriterleşme politikalarına destek verebilecekleri imalarının ürettiği kırgınlığın üstüne bu kez de fırsat penceresinin kaçırılabileceği olasılığı CHP’ye öfkeyi büyüttü.

Sonuçta CHP haklı gerekçeler sunuyor olsa da tarihsel olarak doğru pozisyonu kaçırmış olabilir mi? Bunu zaman gösterecek.

Öte yandan CHP’nin gerekçelerini yok saymak yanlış. Başta cumhurbaşkanı adayı olmak üzere birçok belediye başkanı tutuklu, kayyum tehdidi altında, siyasi alanı baskılama ve kriminalize etme politikalarının başlıca hedefi haline gelmiş bir CHP’nin yapabilecekleri sınırlı.

Bu da başlangıçta işaret ettiğim bağlamdan kopuk değerlendirme ve meseleleri statik kabul etme hatalarına işaret ediyor. CHP kendince yenilenmeye çalışıyor ve bunu iktidarın ve medyanın ağır kuşatması altında yapıyor. Beklentilerin yoğunluğu ve büyüklüğü biliniyor ama mevcut otoriter rejim koşullarının bu yenilenme sürecine etkileri ıskalanıyor.

Fatih’te dört kişilik ailenin ölümü: Tutuklanan dört esnaf tahliye edildi
Fatih’te dört kişilik ailenin ölümü: Tutuklanan dört esnaf tahliye edildi
İçeriği Görüntüle

Üstelik, Bahçeli’nin restleri, “gerekirse ben giderim” çıkışı, DEM’i sıkıştıran açıklamalar, komisyonun kuruluş sürecindeki manevralar, Erdoğan’ın sürece dair çok mecbur kalmadıkça konuşmuyor olması, Demirtaş’ın AİHM’nin, AYM’nin kararlarına karşın hâlâ hapiste tutulması, hasta mahkumlar konusunda bile hâlâ yasal düzenlemelerin yapılmamış olması… Bütün bunlar, sürecin bir barış mimarisinden çok bir taktik oyuna dönüştüğü izlenimi de veriyor. Bu nedenle CHP’nin tek başına günah keçisi ilan edilmesi doğru değil.

Çözümün yolu serinkanlılık, şeffaflık ve kurumsallık

Türkiye’nin ihtiyacı ne “cesaret yoksunluğu” ne de “hamaset”. Her iki uç yaklaşım da bu meseleyi çözemedi, çözemez. Halbuki ihtiyacımız şu: Açık hedef, şeffaf yöntem, Meclis’in tam katılımı, sivil toplumun dahil edilmesi, AİHM ve yerel mahkeme kararlarının uygulanması dahil hukukun üstünlüğüne inancı güçlendirecek uygulamalar, toplumsal rızaya dayalı bir siyaset.

Bunlar olmadan hiçbir süreç ilerlemez. Gelinen nokta ne sonun başlangıcı ne de büyük bir kopuş. Hatta Öcalan’ın tanımladığı yeni ideolojik çerçeve, örgütün bu çerçeveyi kabul ediyor olması, bu bağlamda silah bırakma kararı ve Türkiye’den çekilme son derece önemli kazanımlar. Bahçeli’nin çizdiği yeni siyasi çerçevenin milliyetçiler üzerindeki olası etkileri, CHP’nin programatik metnindeki vaatleri gibi birçok şey umutları artırıcı adımlar.

İmralı ziyaretinin birdenbire yükselttiği tartışmanın gürültülü yapısı ve fazlaca duygusal zeminde yürüyor olması yanıltmasın. Süreç bir görüşmeyle başlamaz, bir kararla da bitmez. Asıl tehlike, duygusal tepkilerle gettolaşmaların, kutuplaşmaların kalıcılaşması olur. Türkiye’nin demokrasi ve barış ihtiyacı böyle bir lüks tanımıyor. Bugün serinkanlılık, geniş ufuk ve kurumsal akıl her zamankinden daha kıymetli.

Çünkü mesele bir komisyonun kimle görüşeceği değil; Türkiye’de onurlu ve adil yaşamı inşa etmenin önündeki zihni ve duygusal eşikleri aşıp aşamayacağımız. Mesele bugünkü siyasi, ekonomik ve toplumsal krizler yumağından çıkabilmek için demokrasi talebini yükseltip yükseltemeyeceğimiz. Ve bu, hepimizin ortak meselesi.

İstersen bunun Medyayazar formatında daha kısa bir haber ya da X’e uygun 5–6 cümlelik özet versiyonunu da hazırlayabilirim.

Kaynak: Gazete oksijen