“Bizde kadını değersizleştirmek, aşağılamak meşru bir şey. Kadın sekreterliği de, kadın dernekleri, kadın grupları da öyle var olabilme mücadelesinden kaynaklanıyor…
…Biz eşit olduğumuz bir ortamı bilmiyoruz, tatmadık. Adaletli, demokratik bir hayatımız olmadı. Hep o hayata, o hayatın örgütlenmelerine öykünerek yaşıyoruz. O yüzden de böyle özel yerlerde korunmaya ihtiyacımız var.”

Sakarya Feminist Okumalar Grubu etkinlikleri için birlikte çalıştığımız yazar Onur Bütün’le feminizmin tarihi ve feminist edebiyat eleştirisi üzerine söyleştik. Onur Bütün’ün ”Gülümsemeler” adlı bir öykü kitabı, “Yedi Kat Yerin Altından Uğultular Geliyor/Yeni Çeltek’ten Soma’ya Maden İşçileri” ve “Marx’ın İşçi Anketi” adlı araştırma-inceleme kitapları bulunuyor. Onur Bütün; Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, gazeteduvar, ilerihaber, K24, T 24, oggito gibi gazete ve internet sitelerinde edebiyat eleştirisi, sosyal bilimler ve politika yazıları yazıyor. Birikim Güncel’de ise “Feminist Odalar” başlığında bir yazı dizisi hazırlamaya devam ediyor.

Feminizm ve Feminist Edebiyat Eleştirisi Üzerine Değinmeler

Serap Özer- Bizde feminizm denilince akla ilk gelen şey, çirkin, koca bulamamış, erkek düşmanı kadınların ait olduğu bir grup oluyor. Siz feminizmi nasıl tanımlıyorsunuz ve hangi konular üzerine çalışıyorsunuz?

Onur Bütün- Dünyada da artık feminizmin tek bir anlamı, tek bir yeri, tek bir mücadele tarzı, tek bir düşünüş biçimi yok, birbirinden çok farklı feminizmler var: Örneğin; ekofeminizm, yapısalcı feminizim, sosyalit/marksist feminizm, queer feminizm, veganizmle ilişki kurmuş feminizm gibi aslında bir sürü akım ve topluluk var. Ama çok yalın haliyle yani birinci dalga feminizmden bu yana, kadınlar başta olmak üzere tüm cinsiyetlerin eşitlikçi bir toplumda yaşayabileceği politik mücadele ve düşünüş tarzlarının adıdır diyebiliriz.

Benim çalıştığım alan daha çok edebiyat eleştirisi üzerinden yani feminist edebiyat eleştirisi aracılılığıyla bu tanıma yaklaşıp, pratik-politik ve kuramsal veçhesini oluşturmakla ilişkili.

Söz ettiğiniz feministler çirkindir, ahlaksızdır, erkek düşmanıdır gibi klişeler üzerinden tartışmaları hâlâ yapanlar tabi ki var bu da zaten söylemin ne kadar eril olduğunu bize ispat ediyor. Bu bizler için tartışma dışı ama benzeri söylemlerle karşılaşırsak nasıl cevap vereceğimizi de biliyoruz.

Serap Özer -Feminizmle ilgili eleştirilerden biri de bu hareketin siyahi kadınların hakları konusunda gerekli desteği vermediği üzerine. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Onur Bütün- Felsefeci Zizek, Kanada’daki Onur yürüyüşünde Salaam adlı bir grubun organizasyonu yapan ekiple sorun yaşadığını anlatır. Salaam daha çok Ortadoğulu queer bireylerin genelde de gaylerin örgütlendiği bir yapı ve ‘’burada bize göçmen olarak ülkeye geldiğimizde şiddet uygulayan gay erkek polisler var onların eyleme katılmasını istemiyoruz,’’ diyerek yürüyüşü düzenleyen ekibe itiraz ederler. Bu tartışma şunu gösteriyor queerler var ancak queerlerin de queerleri var. Komite bu teklifi kabul etmeyince Salaam ayrı bir etkinlik düzenliyor. Yani eşitsizliklerin bu kadar fazla olduğu yerde ya da sömürge ilişkilerinin hâlâ yaşandığı bir dünyada bir eril iktidarın ezdiği, sömürdüğü bireyler var ama queerlerin de kendi içinde eşitsizlik geliştirdiği, ötekileştirdikleri başka queer var dolayısıyla Siyahi Feminizme dönersek aynı ötekileştirme silsilesi bu alanda da görülüyor. Siyahi Feminizm ya da üçüncü dünya feminizmi olarak tanımlanıyor. En alttakilerin en ezilenlerin mücadele edebildiği bir alan olarak feminist hareketin içinde çok özel bir yeri var.

Başka bir adlandırmayla Postkolonyal Feminizm, Batı-dışı kadınların toplumsal, kültürel veya ekonomik yapılar tarafından ikincil konuma getirilmesi durumunu eleştiren bir teoridir. Bu teori, Batılı feministlerin üçüncü dünya kadınlarının taleplerine yönelik yaptıkları okumayı yapı söküme uğratan bir teoridir aynı zamanda. Postkolonyal feministlerin amacı, Batının öne çıkardığı özgürlük ve ilerleme kavramları üzerinden, üçüncü dünya kadınlarının cahil, eğitimsiz ve dinlerin mağduru olarak resmedilmesine karşı bir mücadeledir.

Serap Özer- Ülkemizde Feminizm Cumhuriyet sonrası hatta yakın dönemde ortaya çıkmış gibi düşünülüyor. Osmanlıda da feminist hareketler var mı? Siz coğrafyamızdaki feminizmin gelişim süreci hakkında neler diyeceksiniz?

Onur Bütün- Osmanlıdaki kadın hareketi tüm dünyadaki birinci dalga dediğimiz yani daha çok oy hakkının, kamusal alanda görünür olabilmenin, eğitim hakkının ve daha çok aile içinde bir kadın olarak kabul edilebilmenin dönemidir. Bizde de Osmanlı, Geç Osmanlı ve Cumhuriyete geçişe kadar süren dönem, daha çok aile içinde bir kadın olarak kabul edilebilmenin dönemidir. Birinci dalga bizde de Geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi boyunca sürer. Cumhuriyet, ulus devlet oluşumunda Atatürk’le yurttaşlık hakkı olarak oy hakkının verilmesi gibi parametrelerle aslında stabilize edilir ve Osmanlıdaki kadın hareketini önü de kesilmiş olur. Tarihi yok edilir.

Bütün dünyada ikinci dalga dediğimiz 1970’ler - hatta 67 hareketiyle birleştirilebilir-- bizde daha çok 1980 ve sonrasında görünür olan akademisyenlerin özellikle Şirin Tekeli ve çalıştığı kadın arkadaşlarının yaptığı çeviriler, kuramsal çalışmalar ve Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşü ve Pazartesi dergisi gibi bir dizi eylem ve etkinliğin, 2000’lere gelene kadar 20 yılda gördüğümüz mücadelenin ve büyük bir hazırlığın olduğu dönem ikinci dalga olarak tanımlanıyor. Bugün ise üçüncü dalgadayız hatta dördüncü dalgaya geçtiğimizi söyleyenler var. Çünkü ‘’mee too’’ hareketi gibi internet üzerinden örgütlenen dünya çapında kadınların birlikte yaptıkları danslar, itirazlar, özellikle kadına yönelik şiddet, kürtajla ilgili yaptıkları mücadelelerle üçüncü ve dördüncü dalga işaretleniyor. Ancak hem Osmanlı kadınlarının ürettikleri dergilere ya da edebiyat türlerinde yazıp çizdiklerine de bakmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla feminist edebiyat eleştirisini bu dalgalara, ağırlıkla bu coğrafyada ve dünyadaki örneklerine de bakarak anlamlandırıyoruz. Ancak Feminizmin tarihinin dalgalar metaforu üzerinden tanımlanması bazı geçişkenliklerin üstünü de örtebilir. Yine de dönemleştirmenin tarihi algılamak konusunda avantajlı olduğunu düşünüyorum.

Serap Özer - Birinci, ikinci dalga diye belirttiğiniz süreçler yıllara göre mi belirleniyor? Yoksa feminist hareketteki değişim ve gelişime, taleplerin değişimine göre mi?

Onur Bütün- Tam da bu saydıklarınızın hepsiyle oluyor aslında, yani bir paradigma değişikliği gerçekleşiyor o süreçlerde. Kadın hareketi ve o coğrafyalardaki tüm politik yapılar, muhalifler bastırılmış oluyor bizdeki 1980 Darbesi gibi ya da 12 Mart romanlarında gördüğümüz erkek, kadın tipolojieri gibi değişimler yaşanıyor. Kadınlara yönelik saldırılar, o ülkedeki kültürel yapı, akademi ve akademi dışı tüm çalışmalar bu dalgaların oluşumunda etkili. Bu saydığım etkenlerin neredeyse hepsi bir arada bazen biri biraz öne çıkmış olabiliyor ama ne olursa olsun kadın hareketinin gerçekleştirdiği ileriye doğru ataklar da bu süreçleri belirliyor.

Serap Özer - Türkiye de kadın hareketinin en görünür olduğu zamanlardan biri de 8 Martlarda yapılan gece yürüyüşü. Bu yürüyüş ile ilgili atılan sloganların ve taşınan dövizlerin işçi ve emekçi kadınların sorunlarını yansıtmaktan uzak olduğu daha çok cinselliğin ön plana çıkarıldığı ve ekseriyetle küçük burjuva taleplerin dile getirildiği konusunda eleştiriler var. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Onur Bütün-8 Mart gece yürüyüşünün tam da bu söyledikleriniz üzerinde kendi içinde bir tarihi var aslında bunun daha öncesi bu eylemlere erkekler katılır mı, katılamaz mı biçiminde bir tartışma da yürütülüyordu. Bu nedenle de iki farklı 8 Mart yürüyüşü yapılıyordu. Kadıköydeki bir 8 Mart etkinliğinden sonra cumartesi gecesi de yürüyüş yapılmıştı. Her ikisinin de hitap ettiği kitleler, dâhil olan örgütler yapıları itibariyle farklıydı. Bazı örgütler 20 yıl önce erkek örgütlerdi, içinde kadın bulmak imkânsızdı. Maden işkolu gibi içinde kadın bulunmayan örgütleri ayırırsak örgütünüz karma bir yapıdaysa, 8 Mart Gece Yürüyüşünün etkisiyle o erkekler örgütlerdeki kadınları görmek zorunda kaldılar. Elbette sadece yürüyüşün etkisi değildi bu, kadın hareketinin gelişimiyle de ilgiliydi.

8 Mart gece yürüyüşüne Flormar direnişine katılan kadınlar da geliyorlar. Yani karma örgütler ne kadar kadınların örgütlenmesi üzerine düşünmeye başlarsa 8 Mart Gece Yürüyüşü farklı kesimlerin temsil edildiği bir adres olabilir. Örneğin; işçi sınıfı içinde örgütlenmenin neredeyse hiç düşünülmediği bir alanda çalışan seks işçileri de 8 Mart Gece Yürüyüşü’ne geliyorlar. Dolayıyla işçi kadın üzerinde bir tasarrufu olan örgütün oraya zaten kendi kadınlarını taşıması gerekiyor.

İşçi örgütleri içinde örgütlenmiş kadınlar var da onlar 8 Marta gelmiyormuş gibi konuşuyoruz aslında bu soruyu sorarken. Gerçeklikte bu olsa tüm eylem ve etkinliklere yansır zaten. İşçi sınıfı içinde karma örgütlerin dahi direnişi çok zayıf artık, örgütlenme pratiği olarak gördüğümüz yanlar çok zayıf ve bunun önemli bir nedeni de kadınları ve diğer cinsiyetleri, queerleri de hesaba katmaksızın örgütlenmelerinden kaynaklanıyor aslında. 8 Mart Gece Yürüyüşünün bunun dışında bir başarısı var sadece farklı iş kollarını değil kadın hareketinden üç jenerasyonu bir araya getirdi. Bu da büyük bir başarıdır.

8 Mart Gece Yürüyüşlerinin en önemli niteliklerinin birisi queer örgütlerin de katılıyor olması. Dolayısıyla ideal olan, işçi sınıfının, kültürel yapıların hatta tüm sınıfların kadın sorunu çerçevesinde bir araya gelebilmesidir. Yine de sonuç itibariyle bu kadar renkli, bu kadar direngen bir topluluğun illaki işçi kadınlarını örgütlenmesi gerekir mi? Bu da ayrı bir soru. İşçi sınıfı eksenli örgütlenme iddiası olanların da kadınları örgütlemesi gerek aynı zamanda.

Kürtaj karşıtlığı, çalışma yaşamında eşitlik, aile içinde eşitlik, şiddetin her türüne karşı mücadeledeki talepler, LGBTİ’lerin talepleri gibi kapsayıcı bir mücadelenin hangi formu küçük burjuvadır ben de merak ediyorum. Tüm dünyada kadın hareketi cinselliği de gündeme getirir. Özel alandaki şiddet, cinsiyetler arası eşitsizlik, kadın sağlığı gibi önemli parametreleri tartışmaya açmanın da bir yoludur cinsellik üzerine konuşmak.

Serap Özer - Eski bir Eğitim Sen üyesisiniz. KESK ve şubelerinde var olan Kadın Sekreterliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Kimi arkadaşlar bu sekreterliğin kadınları ayrıştırdığından bahsediyor, siz bu konuda ne diyeceksiniz? Bununla beraber siyasi partilerdeki kadın kotası hakkındaki fikirlerinizi de alabilir miyiz?

Onur Bütün-

Ben aslında kadın Sekreterliklerinin kadınları ayrıştırdığına dair yaygın bir tartışma bilmiyorum. Ama elbette yapılıyor olabilir böyle bir tartışma.

Kapitalizm altında yaşadığımız eşitsizlik koşullarında daha eşit olmayı talep etmek abesle iştigal değildir. Hepimiz daha iyide eşitlenmeyi isteriz. Nasıl bir toplu sözleşmede bir işçi örgütü %20’den fazla zam almayı başarır da bir başka işçi örgütü %5’de kalırsa ben de %20’yi istiyorum deme hakkına sahiptir. Ama her zaman %20’yi almak çok adaletli, çok eşitlikçi bir sisteme kavuşacağımızı ifade etmez orada başka birçok eksik olabilir. Örneğin 10 kişilik bir yönetim kurulu hayal edin bunun 5 kişisinin kadın olmasını istemekte bence bir mahsur yok. Çünkü yıllar önce bunu talep etmediğimiz dönemde -ben de dâhilim buna- kadın arkadaşlarımla ne konuşacağımızı, kadın sorunlarının nasıl ifade edileceğini bilmiyorduk ama temsil edilmeye ve söz hakkı verilmeye başlayınca önce konuşmayı öğrendik. Sonra giderek kuvvetlendik. O nedenle her şeyin eşit olduğu zamanlarda bize kota gerekmeyecek.

Kadın hareketi kota işini hallettik mi her şey hallolur demiyor. İskandinav ülkelerinde çok daha fazla kadın temsiliyeti var ancak taciz, tecavüz, mobbing, şiddet devam ediyor ancak bizimle karşılaştırıldığında oran çok daha düşük. Bizde yapabiliyor, erkekler öldürebiliyor. Bunu bildikleri için öldürüyorlar. Bir şeyi yapamadığınızı bilirseniz yapmazsınız. Bizde kadını değersizleştirmek, aşağılamak meşru bir şey. Kadın sekreterliği de, kadın dernekleri, kadın grupları da öyle var olabilme mücadelesinden kaynaklanıyor. Ayrıca KESK gibi örgütlerde Queer Sekreterliği de olmalı. 3 tane de queer olduğunu belirten KESK’li arkadaşımız varsa daha sonra belki 30 tane olacaklardır. Bu da önemli ama konu dahi edilmiyor.

Biz eşit olduğumuz bir ortamı bilmiyoruz, tatmadık. Adaletli, demokratik bir hayatımız olmadı. Hep o hayata, o hayatın örgütlenmelerine öykünerek yaşıyoruz. O yüzden de böyle özel yerlerde korunmaya ihtiyacımız var. Biz kadın mücadelesi ile kadın sekreterliği ya da kadın komisyonu diye bir şey yaratmasaydık uzunca bir süre erkekler yani eril iktidar bize hiç yer vermeyecekti

Serap Özer - Kapitalizmde böyle olması gerekiyor dediniz peki sosyalizm gelince kadın sorunları son bulacak mı? Biz ölmemek için sosyalizmi mi beklemek zorundayız? (Gülüyor) Lütfen bunun cevabını aynen yaz diyor ‘’yok artık’’ devrim olunca sosyalizm gelince bilmem ne olunca değil hayır an be an devam ediyor bu mücadele.

Onur Bütün- Önce şöyle bir düzeltme yapalım, Marksizm, Marks’ın ürettiği metinlerle ortaya çıkmış ve sonra pek çok figür tarafından tartışılmış tıpkı Feminizm gibi çok sayıda Marksizmi içerir. Ayrıca Marks hiç bir zaman sosyalizm gelince her şey çözülecek dememiştir. Bu ne yazılı metinlerde ne de polemiklerde bulunmaz. Ben de Marksist Feministim ve Marksizm’e inanan, sorgulayan, okuyan, tartışan, anlamaya çalışan biriyim. Marksizmin ve Sosyalizmin böyle bir iddiası yoktur. Bunlar son derece yanlış fikirler ve klişelerdir. Devrim yaptığınızda hayat birden bire kesintiye uğramaz.

Serap Özer - Biraz da feminist edebiyat eleştirisinden söz edelim istiyorum. Osmanlıda feminist edebiyattan bahsetmiştik, onun öncülleri kimlerdir? Sizi etkileyenler var mı? Cumhuriyet sonrası feminist edebiyatta kimleri görüyoruz?

Onur Bütün- Feminist edebiyat eleştirisi tüm dünyada ikinci dalga feminizmle ortaya çıkmış ve edebiyat içinde bir alt disiplin olarak tanımlanmış bir konumu var. Virginia Woolf’ün Kendine Ait Bir Oda isimli metni ilk feminist edebiyat eleştirisi metni olarak kabul edilir.

Osmanlıda tam anlamıyla oturmuş bir feminist edebiyat eleştirisi var diyemeyiz. Ama kadınların sorunlarını öne çıkaran; Zafer Hanım, Fatma Aliye gibi kadın yazar olarak ayakta kalmaya çalışan kadınlar, Zabel Yeseyan gibi Ermeni kadın yazarlar var. Cumhuriyetle birlikte bu tarih yok ediliyor. Cumhuriyet ideolojisini temsilen bizim müfredatlarımızda okutulan Halide Edip ile başlayan bir süreç var ama Halide Edip’in kadın karakterleri biraz nötr karakterlerdir. Aynı zamanda o kadınlar Kurtuluş Savaşı’nda savaşan askerlere benzerler. Ama sonuçta Halide Edip’in de yaptığı çok önemli şeyler var, yabancı dil bilmesi, bir kadın yazar olarak eril edebiyatın içinde güçlü durması gibi... Feminist edebiyat eleştirisi geliştikçe bizim de Sevim Burak’a, Sevgi Soysal’a, Nezihe Meriç’e ve Cumhuriyet sonrası kadın yazarlara ya da Latife Tekin’e bakışımızda değişiklikler oldu. Onları hem dönemleri içinde hem bugünden bakarak tekrar okuduk.

Feminist edebiyat eleştirisi; şiir, öykü, romanlardaki eril dilden başlayarak, bunu açığa çıkartarak yine ikinci ve üçüncü dalga feminizmin etkisiyle queer kuramla el ele tutuşarak bugün çok daha farklı yöntemlere de sahip oldu. Örneğin; kadın yazarların biyografilerini çalışılıyor. Hemen hemen üretilen her edebiyat metnine bir feminist filtreleme ile bakılıyor. O konjonktür nasıl, tema nasıl anlatılmış; erkek ve kadın karakter nasıl kurgulanmış, bunların ilişkileri ya da ailede ve çalışma yaşamında kadın nasıl kurgulanmış, edebiyat metinlerine dönüp bu gözle bakabildikleri için feminist edebiyat eleştirisinin konumu çok önemli. Yani yeni araştırmalar sayesinde biz Fatma Aileye’yi tek başına biraz bilirken artık Osmanlıda yazan Emine Semiye Hanım’ı da tanıyoruz.

Müslüman kadınların çıkarttığı dergileri öğreniyoruz ya da Osmanlıda Denizli’de bin beş yüz kadının elinde sırıkla sokakta greve çıktığı gibi bir dizi şeyi öğreniyoruz. Feminist edebiyat eleştirisi bir arkeolojik çalışma aynı zamanda. Bu gözle hem günümüz metinlerine bakıyor hem de geriye dönük nesnesi de edebiyat metinleri olan, özellikle kadın ve queerlerin otobiyografik hikayelerini inceliyoruz. Çünkü feminizmin en önemli saiklerinde biri ‘’özel olan politik olandır’’ meselesi olduğu için bu tür bir bakış da gelişmiş durumda. O nedenle Kemal Tahir’i mizojin yani kadın düşmanı bir yazar olarak değerlendirebiliyoruz.

Serap Özer - Bizim okuduğumuz masallarda ve hikayelerde kendisini bilen ve ortaya koyan kadın kötü betimlenirken, erkeğe bağımlı kadın öne çıkarılmıştır. Bir prenses kurtarılmak için hep bir prens bekler, kendini kurtarmayı hiç düşünmez. Bu bağlamda coğrafyamız üzerinden gidersek Osmanlıdan günümüze kadın karakter modelleri değişim gösterdi mi? Öyle ise nasıl bir değişim görünüyor?

Bu konuda bir örnek vereyim Virginia Woolf ile ilgili; kadınlara yönelik bir toplantıda genç öğretmenlere şöyle seslenir; “Kendinize ait bir odanız olsun ve şarap için’’ der. Bu Virginia Woolf açısından Viktoryen ahlakın, İngiltere ve Batı Avrupa’daki ahlak algısını da kırmaya çalışan, onun tabiri ile ’’evdeki meleği öldürmek’’ şeklinde ifade ediliyor. Evdeki meleği öldürdüğünüzde tam da senin söylediğin gibi eşine bağımlı, eşini destekleyen pozisyondan bir birey olarak kadın pozisyonuna geçiyorsun ama bunun edebiyattaki veçhesi bir bütün olarak erkek egemen estetiği de öldürmek anlamına geliyor. Artık ya melek ya şeytan olmayı reddediyoruz, edebiyatta da günlük hayatta da…

Osmanlıdan günümüze kadın karakterlerin kuruluşu tabi ki değişti ama çok sabit kalan, günlük hayatta, çalışma yaşamında, şiddet sorunsalında, kürtajda vs. de gördüğümüz örnekler edebiyatta da devam ediyor. Çünkü ülkemizde ve dünyada sadece feministler, sosyalistler ve muhalifler edebiyat yapmıyor daha muhafazakâr çevreler de edebiyat içinde varlar. Televizyon dizileri, romanlar, reklamlar eril tahakkümün örnekleriyle dolu. O nedenle Hatice Meryem feminist bir yazar olarak ironik bir biçimde erkekleri eleştiren, onların uyguladığı şiddeti eleştiren metinler yazabiliyor. Sadece kadın karakter değil erkek karaktere bakışta da ve erkek karakterlerde de değişen bir yapı var. Örneğin elli sene önce okuduğunuz edebiyat metinlerinde parkta çocuk gezdiren bir erkek karaktere daha az rastlayabilirdiniz şimdi daha fazla rastlıyorsunuz. Ya da boşanan kadına yüz yıl önce daha az rastlarken şimdi boşanmış tek başına yaşayan kadın figürlerin anlatıldığı pek çok öykü ve roman var. 1980 sonrası bu meseleler üzerine düşünen, yazan pek çok genç kadın var. Edebiyat bir yandan da eleştiri ile menkul bir şeydir. Günümüzde Füsun Akatlı’nın yalnızlığını daha az yaşayan çok sayıda kadın eleştirmen var. Çünkü kadın olarak öğretmenlik, hemşirelik gibi meslekleri yapabilirsiniz ancak eleştirmen olmak kral olmak gibidir. Bu da bizim önemli meselelerimizden biri…

Serap Özer - Çocuk edebiyatı içinde eser veren yazarlar var mı? Biz çocuklara feminizmi nasıl anlatacağız?

Onur Bütün - Çocuklara daha eşitlikçi bir hayatı anlatabilmek için tüm bir hayatta ve cinsiyette eşitliği anlatmak gerekiyor. Ötekileştirmemeyi öğrenmek eğitim hayatlarımızın en önemli düsturu değil ne yazık ki… Irkçı ve milliyetçi bir eğitim sistemimiz var. Bunu sağlayabilmek için çocuğun aldığı eğitim müfredatının içine eşitlikçi bir temelin yerleştirilmesi gerekiyor, bizim en büyük sorunumuz o. Öncelikle müfredat çok eşitsiz ve erkek egemen. Bunun yanında eğitim dışı üretilen çocukların okuyacağı şiir, öykü, masal kitaplarının bu şekilde yazılması gerekiyor. Bu da Türkiye’de yeni bir yaklaşım. Son 15-20 yıldır yazarların da yayınevlerinin de yüzünü döndüğü bir konu. Dünyada özellikle İskandinav ülkeleri başta olmak üzere kimi ülkeler hem eğitim de hem eğitim dışı çocuk edebiyatında oldukça ilerideler. Mesela kızlara feminist masallar gibi pek çok çalışma yürütülüyor, yayınlanıyor. Ben bu konuda umutluyum.

Serap Özer - Sakarya’da feminist okumalar etkinliğine katıldınız. Etkinlik ve Sakarya’daki kadınlar hakkındaki izlenimleriniz nelerdir?

Onur Bütün - Etkinliğe gideceğim yeri hem demografik yapısı hem de yaşam koşulları açısından anlamaya çalışırım. Beklediğim şeyle karşılaştım, kadınlar beni hiç şaşırtmadı zaten hayatlarında belli bir yere kadar elde edebileceklerini zorlamış kadınlardı. Tek tek örgütlüler mi bilemem ama kendilerini ifade edebilen kadınlardı. Bunlar çok önemli, bir de hoş kadınlardı, ortak yürütecekleri çalışmayı önemseyen kadınlardı. Bu da önemli bir şey, kollektif çalışmayı yaratan kadınlardı ve kadınlar genellikle öyle olurlar. Bir de bizim yaptığımız etkinlik açısından okumaya meraklı bir toplulukla karşılaşmak büyük avantaj.

Türkiye’deki diğer atölyelerin çalışmalarını izlemek, ortaklaştırabilmek ve hatta yayınlar yapabilmek en önemli arzularımız arasında… Sakarya Feminist Okumalar Grubu hem benim hem kadınlar için bir umut ve bu çalışmaya katılmak benim için aynı zamanda keyif verici. Söyleşi için de teşekkür ediyorum.

Serap Özer -Biz de söyleşiye katıldığınız için teşekkür ederiz.

Sakarya Feminist Okumalar Grubu/10 Ekim 2020