Abbas Kiyarüstemi’nin Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filmi, modern sinemanın en özgün örneklerinden biri olarak, hayatın sıradanlığında saklı olan derin anlamları görünür kılan bir yapım olarak öne çıkıyor.

1999’da çekilen film, yüzeyde küçük bir köy hikâyesi anlatır; fakat özünde ölüm, yaşam, zaman ve insanın varoluşsal yalnızlığı üzerine bir düşünme biçimidir.

Filmin merkezinde, Tahran’dan Kürt bölgesindeki uzak bir köye gelen bir film ekibinin hikâyesi anlatılır. Ekip, yaşlı bir kadının ölümünü çekmek amacıyla köye gelmiştir; ancak kadının ölümü bir türlü gerçekleşmez. Böylece film, ölümü bekleyenlerin filmi haline gelir. Ancak bu bekleyiş, klasik bir dramatik gerilime değil, zamana, sessizliğe ve gözleme dayalı bir tefekküre dönüşür.

Bekleyişin Anlamı: Zamanın Akışına Tanıklık

Kiyarüstemi’nin sinemasında zaman, yalnızca bir akış değil, bir varoluş sınavıdır aynı zamanda.

Köyde günler geçtikçe karakterin sabırsızlığı yerini farkındalığa bırakır; dış dünyayı kayda almak için gelen “yönetmen”, giderek iç dünyasını keşfetmeye başlar.

Beklemek, burada edilgen bir eylem değil; anlamın doğduğu bir alandır.

Kiyarüstemi’nin kamerası, neredeyse hiçbir dramatik olaya tanıklık etmez; onun yerine bir çocuğun süt getirişi, bir ineğin sağılışı, bir köylünün toprağı kazışı gibi küçük ayrıntılarda yaşamın bütün ağırlığını hissettirir izleyiciye.

Bu, sinemada alışık olduğumuz “olay” merkezli kurgunun da reddidir.

Kiyarüstemi, seyircisini edilgen bir izleyici olmaktan çıkarıp; onu zamana ortak olmaya, sessizliği duymaya çağırır.

Adeta sinemanın kendisini yeniden düşünmeye davet eder: Görmek için bakmak yetmez; anlamak için beklemek gerekir.

Kent ile Köy Arasında: Modernlik Eleştirisi

Filmdeki kentli karakterin köydeki insanlarla kurduğu ilişki, İran’ın toplumsal yapısına dair güçlü metaforlar taşır içerisinde.

Kentli, köye “gözlemci” olarak gelir; ama zamanla kendisi de gözlemlenen olur.

Bu tersine çevrilme, Kiyarüstemi’nin modernliğe yönelttiği ince ama sarsıcı bir eleştiridir.

Kentli karakterin teknolojiyle (örneğin arabayla, cep telefonuyla) kurduğu ilişki, doğayla kuramadığı ilişkinin yerini alır.

Köylüler toprağın, doğanın ve ölümün ritmini içselleştirmişken, kentli karakter bu ritme yabancıdır.

Film, bu karşıtlık üzerinden “ilerleme” kavramını sorgular:

Gerçek ilerleme, teknolojik değil, insani derinlikteki ilerlemedir.

Rüzgâr ve Şiir: Hayatı Taşıyan Nefes

Filmin adı, İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın aynı isimli şiirinden gelir:

Bir baba, bir oğul ve umudun gücü: Hayat Güzeldir
Bir baba, bir oğul ve umudun gücü: Hayat Güzeldir
İçeriği Görüntüle

“Rüzgâr bizi sürükleyecek.”

Bu dize, hem ölümün hem yaşamın kaçınılmaz akışını temsil etmektedir.

Kiyarüstemi, bu şiiri yalnızca bir göndermeyle değil, tüm filmin ruhuna işlemiş bir biçimde kullanır.

Rüzgâr, film boyunca doğayı, zamanı, ölümü ve hareketi simgeler.

Köydeki sessizlikte bile rüzgârın sesi duyulur; o, yaşamın kesintisiz devamlılığını simgeler.

Kiyarüstemi’nin minimalist sinema dili, bu rüzgâr gibi işler:

Görünmeyeni, gösterilmeden hissettirmeyi amaçlar.

Köylü kadının ölümü bile gösterilmez; ölüm, “görülmeyen bir gerçek” olarak film boyunca hissedilmektedir çünkü.

Böylece Kiyarüstemi, izleyicisini “seyretmek” eyleminden“düşünmek”eylemine taşır.

Sinema Anlayışı: Görünenin Ardındaki Gerçek

Kiyarüstemi’nin kamerası, sinemanın klasik anlamdaki temsil gücünü sorgular.

Yönetmen, “gerçeği göstermek” yerine, seyircinin zihninde inşa edilmesine izin verir.

Uzun planlar, sabit kamera, minimalist diyaloglar ve sessizlikler; bu sinema anlayışının yapıtaşları olarak öne çıkar.

Film, izleyicisini pasif bir gözlemci değil, anlamı birlikte kuran bir özneye dönüştürerek modern sinema kabullerini de alt üst eder.

Bu anlamda Rüzgâr Bizi Sürükleyecek, yalnızca bir film değil, seyirciyi kendi iç yolculuğuna davet eden bir deneyimdir.

Sonuç: Sessizliğin Devrimci Gücü

Rüzgâr Bizi Sürükleyecek, gösterişsiz ama derin bir filmdir.

Kiyarüstemi, sinemayı büyük olayların değil, küçük gerçekliklerin dili haline getirmektedir.

Film, bize “yaşamın anlamı”nı anlatmaz; onu seyrettirir, hissettirir ve de düşündürür.

Köydeki bekleyiş, bir ölümün değil, insanın kendisiyle yüzleşmesinin bekleyişidir.

Ve sonunda rüzgâr gerçekten bizi sürükler — çünkü yaşam, tüm durağanlığına rağmen, hep bir devinim halindedir.

Kiyarüstemi bu filmle şunu söyler:

Görünmeyeni görmeye, sessizliği dinlemeye ve bekleyişin içinde anlamı bulmaya cesaret edersen, hayat sana çok daha fazlasını anlatır.