Yılmaz Güney’in senaryosunu cezaevinde yazdığı, Şerif Gören’in yönetmenliğini üstlendiği Yol, yalnızca bir film değil; 12 Eylül askeri darbesinin ardından Türkiye’nin toplumsal ruh hâlini çıplak biçimde ortaya seren bir yüzleşme metni. Film, İmralı Cezaevi’nden bayram izniyle çıkan beş mahkûmun memleketlerine doğru çıktıkları yolculuk üzerinden, özgürlüğün ne kadar sınırlı ve koşullu olduğunu anlatıyor.

Yol, hapishane kapılarının ardında kalanlarla, dışarıda “özgür” olduğu varsayılan hayat arasındaki sınırın ne kadar geçirgen olduğunu gösteriyor biz izleyicilere. Mahkûmlar, demir parmaklıklardan çıkmış olsalar bile; töre, yoksulluk, devlet baskısı ve ataerkil şiddet, onları adım adım yeniden kuşatıyor. Güney’in anlatısında hapishane yalnızca bir mekân değil, bütün ülkeye yayılmış bir rejim hâli olarak resmediliyor.

Karakterler üzerinden anlatılan toplumsal yaralar

Filmdeki her karakter, Türkiye’nin farklı bir toplumsal yarasına işaret ediyor. Seyit Ali’nin “namus” gerekçesiyle karısı Zine’yi öldürmeye zorlanması, törenin bireyi nasıl yok ettiğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne sererken; Mehmet Salih’in sınırda yaşadığı kimlik ve aidiyet sorunları, Kürt meselesinin bastırılmış gerçekliğini sessiz ama sarsıcı bir dille anlatıyor. Ömer’in kaçak yaşama mahkûm edilmesi ise devletin yurttaşla kurduğu baskıcı ilişkiyi simgeliyor.

Yol’un sinematografisi, bu karanlık tabloyu daha da derinleştiriyor. Kışın ortasında çekilen uzun yol sahneleri, karla kaplı dağlar ve kasvetli kasabalar, karakterlerin iç dünyalarıyla bütünleşiyor. Soğuk, yalnızca doğaya ait değil; toplumun insanlara reva gördüğü hayatın da bir parçası olarak ön plana çıkıyor. Filmde umut, sürekli ertelenen ama asla tamamen yok olmayan bir duygu.

Yılmaz Güney’in politik sineması, Yol’da didaktik olmadan, karakterlerin gündelik trajedileri üzerinden konuşuyor. Film, seyircisine slogan atmıyor; aksine yaşatıyor, hissettiriyor ve düşündürüyor. Bu yönüyle Yol, yalnızca darbe sonrası Türkiye’yi anlatan bir dönem filmi değil; otoriterliğin, baskının ve geleneksel şiddetin hüküm sürdüğü bir coğrafyada evrensel bir anlatı olarak çıkıyor izleyicinin karşısına.

Yol'un güncelliği ve bir ülkenin sürekli yarım kalan yolculuğu

1982 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanması, Yol’un uluslararası alanda gördüğü değerin de bir göstergesi. Ancak filmin asıl gücü, aradan geçen on yıllara rağmen hâlâ güncelliğini korumasında yatıyor. Çünkü Yol, bir ülkenin bitmeyen yürüyüşünü; özgürlüğe varamayan, sürekli yarım kalan yolculuğunu anlatıyor.

Sürü: Bir ailenin hikâyesinden bir ülkenin portresine
Sürü: Bir ailenin hikâyesinden bir ülkenin portresine
İçeriği Görüntüle