Türkiye’de sendikalar, sağlık meslek örgütleri ve muhalefet Covid-19’un sınıfsal olduğu konusunda hemfikir. Halk sağlığı uzmanları çalışma yaşamındaki eşitsizliğe dikkat çekiyor.

Bütün bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi Covid-19 da yoksulları daha çok vuruyor. Dünyanın her yerinde yoksullar hastalığa daha fazla yakalanıyor, sağlık hizmetine ulaşmakta daha büyük zorluk çekiyor ve daha fazla ölüyorlar.

Örneğin ABD'nin resmi verilerine göre New York şehrinde en yoksul mahalleler en yüksek ölüm oranına sahip. Buralarda Covid-19 kaynaklı ölümler, toplumun diğer kesimlerine göre iki kat daha fazla. New York'ta toplumun yüzde 30'unun yoksul olduğu bölgede ölümler 100 binde 232, yüzde 10’unun yoksul olduğu bölgede ise 100 binde 100.

Yine aynı şekilde Covid-19’a yakalanma ve ölüm oranlarında Siyahlar ve Latinler başı çekiyor.

Tüm hastalıkların sosyo-ekonomik durumu düşük olan kesimlerde daha fazla hasara yol açtığını belirten uzmanlar, ABD, İngiltere ve Avrupa’nın pek çok ülkesinde Covid-19’a dair hem sınıfsal hem de ırk ayrımını çağrıştıran veriler olduğunu vurguluyor. Siyahlar ve Asya kökenlilerin hastalığa yakalanma oranları daha yüksek, hastaneye yatma ihtiyaçları daha fazla ve beyazlara göre daha fazla ölüyorlar.

Türkiye’de durum nasıl?

Bu, resmi verilerde hastalığa dair bölge, il, ilçe, semt, yaş, cinsiyet, meslek grubu, ekonomik durum gibi ayrıntılı bilgiler yer almadığı için henüz bilinmiyor. Ancak sendikalar, sağlık meslek örgütleri, siyasi partilerin araştırmaları ve sahadaki hekimlerin gözlemleri, benzer bulguları ortaya koyuyor. Örneğin Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun bir süre önce yaptığı araştırmaya göre DİSK üyesi işçiler arasında pozitif vaka oranı Türkiye ortalamasının 3,2 katı.

Salgının çalışma yaşamında ciddi sonuçlar doğurduğu, üretim devam ederken önlemlerin yetersiz olduğu belirtiliyor. Türkiye’de özel sektörde çalışan işçiler, kamuda çalışanlara göre daha fazla risk altına girdi. Değişik sektörlerden birçok fabrikada Covid pozitif tespit edilen işçilerin temaslılarına test yapılmaması, yapılsa bile çalışmaya devam ettikleri bilgisi kamuoyuna yansıdı. Hatta Covid-19 tespit edilen Çanakkale’deki bir fabrikada işçilerin 14 gün boyunca dışarı çıkmadan çalıştırılması büyük tepki gördü.

Covid-19 bir işçi sınıfı hastalığıdır"

Genel-İş Başkanı ve DİSK Genel Başkan Yardımcısı Remzi Çalışkan, "Yaptığımız çalışmalarla gördük ki Covid-19 bir işçi sınıfı hastalığıdır" diyor. İşçi sağlığı ve güvenliği bakımından zaten kötü olan çalışma hayatının artık doğrudan işçinin sağlığını tehdit eder hale geldiğini söyleyen Çalışkan şu görüşleri dile getiriyor:

"Sosyal devlet mekanizması işçileri değil, sermayeyi korumaya yönelik olarak işliyor. İşverenlere yapılan teşvikler bunun göstergesi. Vakalar hızla artarken bazı işyerlerinde pozitif vakalar gizleniyor. Hükümetin salgınla mücadelede üç temel ve acil görev var; halkın sağlığını, çalışanların işini, hanelerin gelirini korumak."

"İyi beslen diyoruz, hangi parayla diyor"

İstanbul’un yoğun göç alan semtlerinden birinde, Güngören'de aile hekimi olarak görev yapan Dr. Yelda Emek, Covid-19’un yoksul kesimleri daha çok vurduğunu anlatırken tecrübelerinden bahsediyor:

"Şikâyetlerini soruyoruz ve izolasyon konusunda tembihliyoruz ama hangi biri yapabiliyor ki bunu? Birbirinizden ayrı durun diyoruz. ‘Biz 4-5 aile bir arada kalıyoruz, nasıl tek başıma odada kalayım’ diyor. ‘İyi beslen' diyoruz, ‘direncin yüksek olmalı, bol vitamin al', hangi parayla diyor. Evin içinde kim varsa hepsi de hastalanıyor. Birbirlerinden izole olmalarının imkânı yok çünkü."

Aile hekimleri günde 60-70, bazen daha fazla kişiyi telefonla arayarak temaslı takibi yapıyor. Bir de aile sağlığı merkezlerine başvuran, yüz yüze görüştükleri hastalar var. Her birine izolasyon, maske ve hijyen önlemlerini anlatan aile hekimleri, çoğu zaman kendini çaresiz hissediyor. Önlem almamanın sadece kültürel bir sorun olmadığını vurgulayan Dr. Yelda Emek, "O da biliyor bulaşabileceğini, artık herkes biliyor. Ama nasıl yapacak? İki göz odada on kişi, on iki kişi yaşıyorsa nasıl yapacak?" diyor.

Çalıştığı bölgede yoksulların, mülteci ve göçmenlerin azımsanmayacak sayıda olduğunu söyleyen Dr. Emek, gözlemlerini şöyle anlatıyor: "Başka semtlerde bir kişi 2-3 kişiye bulaştırıyorsa bu gruplar arasında bir kişi 15-20 kişiye bulaştırıyor. Ve diğerlerine göre hastalığı daha ağır geçiriyorlar. Çünkü dirençleri düşük, çünkü iyi beslenme imkânları yok."

"Çalışanımız hastalandı, yer bulamadık"

Halk sağlığı uzmanı Prof. Alp Ergör de çalışma yaşamındaki eşitsizliğe dikkat çekiyor. Beyaz yakalılar ofis yerine evden çalışabilirken herkesin bu imkâna sahip olmadığını hatırlatan Ergör, "Oysa madenciyi, tekstil işçisini, matbaa işçisini kalabalıklar içinde çalışmaya gönderdik. Bir kere bu başlı başına eşitsizlik. Kamu bu bağlamda çok net olarak sınıfta kaldı bence."

Ergör, pandeminin başlarında bizzat tanık olduğu bir örnekle durumu anlatıyor:

"Bizim üniversitede görev yapan bir temizlik işçisi pozitif çıktı. 35 yaşında, basit semptomları var, hafif geçireceği belli. Eve göndereceğiz, ama izole olman lazım dedik. Haklı olarak dedi ki ‘nasıl izole olacağım?'. İki çocuğu var, bir odalı evde yaşıyor. Mutfak-salon bir. Çocuklara bakması lazım. İzole olacağı bir alan yok. Ne diyeceğiz?"

Kapitalist sistem içinde bir çözüm bulunacaksa, bunun sosyal devlet olduğunu söyleyen Prof. Ergör şu görüşleri dile getiriyor:

"Ama onun yerine sadaka kültüründen yürüyoruz. Devletin sektörlerarası işbirliğiyle çalışması lazım, bunu da görmüyoruz. Kamunun gücü yetmediği yerde örneğin yerel yönetimleri kullanabilirsiniz ama iktidar zaten yerel yönetimlerle işbirliği yapmamayı seçtiği için salgın yönetimindeki en temel birkaç ögeden birini, sektörlerarası işbirliğini kaybetmiş oluyoruz. İkincisi de açık iletişim, şeffaflık. Salgının şeffaf yönetilmediğini de görüyoruz."