İlk AVM ziyaretim yanlış hatırlamıyorsam 90’lı yıllara tekabül eder. Ataköy’de bulunan yanılmıyorsam İstanbul’un – ve belki Türkiye’nin- ilk AVM’si Galleria*’a ailemle gitmiştim. Yan yana ışıltılı mağazalar, sokaklarımızın aksine parıl parıl parlayan granit yer döşemeleri, duvarlar, fonda sürekli çalan müzik, 15 yaşında iken hayli farklı gözükmüştü gözüme. Üstelik o dönem bizim şehirlerimizde olmayan ve bir gelişmişlik göstergesi kabul edilen zincir burger mağazalarının tümü yemek katında mevcuttu ve bu o zaman için heyecan vericiydi. Yazıyı okuyan gençler için tuhaf gelebilir ama Sakarya’da yaşayıp bir hafta sonu etkinliği olarak İzmit yönüne doğru otobanda açılmış olan Mc Donalds’a en az bir kez gitmiş akranlarım ne demek istediğimi anlayacaktır. Alışveriş merkezlerine gitmenin de müze gezisi ile eş değer olduğu zamanlardı o günler.

AVM ile ilgili hatırladığım ikinci şaşkınlık ise 2000’lerin başında oldu. Öğrenci olarak gittiğim Lonrda’da biri ile wall street'ten sonra dünyadaki 2. büyük finans merkezi olan Canary Wharf’taki alışveriş merkezinde buluşacaktım. Londra merkezinde o ana kadar AVM’ye rastlamamıştım. Bu nedenden olsa gerek farkında olmadan orada gideceğim ilk alışveriş merkezinin görkemli olacağına dair bende bir beklenti oluşmuş. Bunu karşıma çıkan mütevazi binaya adım attığımda, burası herhalde giriş bölümü diye düşünüp kalan bölüm için şaşkınca etrafa bakınınca fark ettim. İçinde olduğum bina İngiltere’nin başkentinde döneminin en büyük AVM’si olabilirdi. Halbuki İstanbul’da o esnada çok daha büyükleri yapılmış ve faaliyete geçmişti bile. İngilizler gelseydi de AVM görseydi. Belki de aslında biz AKP’den önce bile Avrupa’nın kıskanacağı kadar gelişmiştik, sadece farkında değildik! Kim bilir?

AVM’ler Türkiye’de yaşayan bizler için çeşitli başlıklarla gündeme geldi. Sadece İstanbul’da Avrupa’da ki toplam AVM sayısından fazla AVM olduğu yazıldı. Bunların kiralama ve işletme modelleri tartışıldı. AVM’lerin bazılarının mülkiyetinin yabancılarda olmasını bir bağımsızlık sorunu olarak görüp dert edenler oldu. Dövizin yükselmesi sonucu artan kiraları ödeyemeyen mağaza sahiplerinin sorunları, kiraların Tl’ye çevrilmesi talebi dillendirildi, kimi yerlerde gerçekleşti. Bazen kamu arazilerine yapılmasıyla, kimi zaman bitmek bilmeyen inşaatlarıyla konuşuldu AVM’ler. Yarattıkları rekabetin şehir merkezlerindeki esnafa verdiği zarar, plansız yerleşimlerinin yarattığı trafik yoğunluğunu, şehrin gelişimine etkisi ve daha birçok başlıkla AVM haberlerini okuduk, konuştuk, tartıştık.

Oysa işçiler ancak AVM inşaatlarında öldükleri zaman haber oldular. O da bir avuç eylemcinin şantiye önünde çıkardığı ses kadar. Bir bakıma sanki insansız binalardı AVM’ler. Uzun zaman sonra AVM’nin içindeki insanlardan ses gelmeye başladı ve AVM’lerde ışıklı panoların süslediği duvarların içindekiler, parıltılı vitrinlerin arkasında indirim etiketlerinden görülmeyenler ses verdiler. Önce H&M mağazasında çalışanlar işverenin örgütlendikleri sendika ile yapılan görüşmede verdiği %2 zammı kabul edilir bulmadıklarından greve çıkacaklarını duyurdular, grev son anda sendika ile işverenin anlaşmaya varması nedeniyle gerçekleşmedi. Ardından Koton mağazasındakiler ’biz de artık sendikalıyız’ dedikleri için işten atılmaya başlayınca kendilerinden ve çalışma şartlarından haberdar olduk. İçlerinden bir tanesi 'koton çalışanları' sayfasını takip edip, paylaşımları beğendiği için tazminatsız işten atıldı**.

Bugün Sakarya’da küçükleri bir kenara koyarsak biri Erenler iki tanesi Serdivan’da 3 büyük alışveriş merkezi var. Küçükleri saymıyorum. Kaba bir hesapla her birinde 100’den fazla mağaza var ve bu mağazalarda çalışan insanlar. Mağaza çalışanlarına güvenlik, temizlik (taşeronda olsa bile), ofis çalışanlarını eklediğimizde, her AVM’de sayısı bine yaklaşan çalışandan bahsetmek mümkün. Bugün Sakarya İl sınırları içinde 1000 kişinin çalıştığı kaç fabrika var bilmiyorum ama sanayisizleşen şehir merkezlerinin içinde bu kadar insanın dört duvar içinde çalıştığı ‘yeni fabrikalar’ mevcut. Bunlar kapitalizmin en ışıltılı binaları. Binaların içinde rengarenk mağazalar, vitrinler. Vitrinlerin arkasında çalışanlar ve onların sorunları. Seslerini duyurmaya çalışıyorlar;

‘Bizler uzun saatler boyunca yoğun iş temposuyla, yöneticilerin talep ettiği ciroyu ve satış hedefini tutturma kaygısıyla ‘nefessiz çalışan’ müşteri memnuniyeti için hem bedensel hem de duygusal olarak emek harcayan AVM çalışanlarıyız’

Böyle başlıyor Tez Koop İş Sendikası’nın AVM çalışanlarını örgütlenmeye çalışan bildirisi ve devam ediyor:

‘Bütün gün kapalı bir ortamda gün ışığı görmeden, yüksek ve devamlı bir sese maruz kalarak çalışıyoruz. Mağazalarda kasa işi, depodan ürün getirme, temizlik, raflara ürün yerleştirme, ürünleri etiketleme, ürün iade ve tadilat işlerini düzenleme gibi pek çok işi aynı anda yapmak zorunda kalıyoruz.

Çalışma saatlerimiz esnek. Hangi gün çalışacağımız, hangi gün tatil olacağımız değişkenlik gösterdiği için haftalık, aylık planlar yapamıyoruz. Molalarımız bile müşteri yoğunluğuna göre şekilleniyor…

Molalarımız dışında oturmamız yasak olduğu için uzun süre ayakta çalışmaktan varis, bel fıtığı, sırt ağrıları, ayak ağrıları gibi sorunlar yaşıyoruz. Fiziksel sıkıntıların yanı sıra müşteri memnuniyetinin ve satış baskısının ön planda tutulması, mağaza yöneticilerinin mobbingi nedeniyle psikolojik rahatsızlıklar yaşıyoruz...’

Bu sözler ve daha fazlasını duymak için AVM’de çalışan bir tanıdığınızla konuşmanız ya da zincir mağazalarda örgütlenmeye çalışanlarla ilgili herhangi bir habere tıklamanız yeterli.

Prof. Dr. Nurcan Özkaplan mağaza çalışanlarının profili hakkında detaylı değerlendirmeler yaptığı ‘AVM’lerde Mağaza Çalışanlarının Sendika Algıları**’ başlıklı yazısında; ‘mağaza çalışanları genç kadın ve erkekler olarak özgürlüklerine düşkün, birey olarak kendilerini daha rahat ifade eden, talep etmekten çekinmeyen bir kuşağın üyeleri. Bu “genç” sesi duyacak, onların dilini anlayıp bunu sendikal mücadeleye dönüştürecek politikaları oluşturmak önemli görünüyor’ diyor.

AVM çalışanlarının sesini duymak, onlarla dayanışma göstermek, gerektiğinde onlardan gelecek tüketim boykotlarına destek vermek sadece sendikal çalışma yapanların değil, emekten yana olduğunu söyleyen siyasi partilerin, bu partilerin yöneticilerinin, vekillerinin, aynı sıkıntıları başka iş kollarında yaşayanların, en önemlisi de daha adil bir ülke özlemini taşıyan her yurttaşın sorumluluğu.

İktidarın değişmesini arzu eden insanlar her gün kendi aralarında, parti binalarında konuşuyorlar, ‘Biz nasıl iktidar oluruz?’ diye. Hatta yazıp çiziyoruz, kafa yoruyoruz diye bize de soran oluyor: ‘İktidar ne zaman değişir?’

Bu vesile ile cevap vermiş olayım: 'Ne zaman ki, kendine solcu, cumhuriyetçi, muhalif diyen insanlar, yanı başlarında çalışan binlerce insanın dertlerini, Saray'a kimin girip çıktığından daha fazla merak eder' o zaman.

Kesin bilgi.

* Yazı bitince baktım. Galleria 1988 yılında açılan Türkiye’nin ilk alışveriş merkeziymiş ve perakende sektörü ile devamında Türkiye genelinde açılan 412 alışveriş merkezinin açılmasına da öncülük etmiş.

**https://www.webtekno.com/koton-magaza-calisani-like-isten-cikarma-h78877.html

**http://www.tezkoopis.org/contents/yayindetay/74/1564/1827