Yazabilmek için gereken şartların başında, okumak ve düşünmek için zaman ayırmak geliyor. Bu en azından benim için böyle. Kendi yaşam öykülerinden kesitleri, herkesin ilgisini çekebilecek şekilde hikaye edebilen arkadaşlarım Medyayazar’da yazmaya başlayınca, yalan yok, yazdıklarım yavan gelmeye başladı. Bir türlü yazı masasının başına oturamadım. Hadi Hanım’a alışmıştık. Kitabı da çıkınca o zaten bir yazar deyip kendimi avutuyordum ki, Yeliz  Medyayazar’da yazmaya başladı. Onların yazılarını okudukça içten içe ya benim hayatımda anlatmaya değer hiçbir şey yok ya da ben yazmayı beceremiyorum diye düşünmeye başladım. Herkes yazı yazacak değil ya sen de otur oku, fırsat bu fırsat demiştim ki; okuduğum bazı haberler üzerine kendimi yeniden sorumlu hissedip yazı masasının başına geçmek zorunda kaldım. Sonuçta üniversite bitirmiş topluma karşı sorumlu bir insandım, sorumluluktan kaçamazdım.

Yazının başında söylediğim gibi yazmadığım zaman zarfında ulusal ve yerel basını takip edip, olanı biteni anlamaya çalıştım. Vardığım nokta şu. Anladığım kadarıyla demokrasi notumuz yabancıların gözünde çok parlak gözükmese de, en azından ekonomimiz krizi atlatmış. Enflasyonumuz tek haneli rakamlara inmiş. Yeni bir kalkınma hamlesinin hemen başındayız. Ne güzel, oh be derken yerel basında bir başka haber okudum, tadım kaçtı.Sakarya'da riskli olduğu için binaları boşaltılan 17 okulun yenisini yapacak ödenek yokmuş. Ulusal haberlere göre de MTV’ den sonra yol vergisi adı altında nur topu gibi yeni bir vergimiz olacakmış. Elazığ’da yaşadığımız deprem nedeniyle pek konuşulamadı ama hafta içi motorindeki ÖTV miktarında da küçük bir güncelleme yapıldı.

Neyse tüm bunlara rağmen kasamızdan tek kuruş çıkmadan yatırımlar yapabiliyoruz diye düşünüyordum ki, Sağlık Bakanımız Şehir Hastaneleri Modeli’nden vazgeçildiğini açıkladı. İngiltere’de pek de başarılı olmadığı söylenen bu model hani o insanların geçmediğimiz köprülere, yollara, hastanelere ücret ödemek zorunda kalıyoruz diye mızmızlandığı Kamu Özel Ortaklığı uygulamalarının en nadide örneklerinden. Üstelik yerli de değil. Orjinal adı  Public Private Partnership(PPP) olan ithal bir model. İktisat Fakültesi’ne bağlı olsa da Siyaset Bilimi Mezunu bir insan olarak ekonomiden çok anlamıyorum. Ama ben bile ekonomik modellerden hızlı dönüşler yapılmasının yaratacağı sıkıntıları düşünebiliyorum. O yüzden hem sert bir geçişe neden olmayan hem de yerli ve milli olabilecek bir yeni modelin yaratılmasına ihtiyaç var.

Bu durumda oluşturulacak yeni ekonomik modele tarihimizde esin kaynağı olabilecek şahıslar, uygulamalar var mı diye dönüp şöyle bir tarama yapınca karşıma birkaç isim çıktı. İlki Deli Dumrul. Fakat inceleyip kendisinin köprünün başını tutarak 'sadece' geçenlerden ücret aldığını tespit edince günümüz koşullarında çok ilkel ve geri bir örnek olduğunu düşünerek faydalanamayacağımızı düşündüm ve kendisini eledim.

Biraz daha araştırınca işte budur denebilecek bir rol modele rastladım. Kendisi Kemal Sunal filmleri başta Yeşilçam’da bir dizi filme konu olmuş bir isim. Onu taşradan İstanbul’a gelen vatandaşlara Boğaziçi Köprüsü’nü satan karakterlere esin kaynağı olan kişi olarak hatırlarsınız. 1923 İstanbul doğumlu olan Osman Sülün, namıdiğer Sülün Osman. Hayatını biraz incelediğimde döneminin şartlarında ne derece yaratıcı bir kişilik olduğunu farkettim. Okuduklarıma göre kendisi sadece köprüleri satmakla kalmamış, saat kulesine bakıp saatleri ayarlayanlardan para alarak kazanç sağladığına inanan insanlara kuleyi, Taksim’de meydana serdiği paspasa basıp geçenlerden gelir elde ettiğine inanan kişilere ise Taksim Meydanı’nı satmış. Sadece satmakla yetinmemiş cezaevinde iken ‘Alınteri ile yaşamak’ başlıklı bir konferans verip düşün dünyasına katkı sunmuş. Sadece pratikle yetinmeyen, yaşadıklarından ders çıkarmaya çalışan teorisyen bir kişi. Kendisi hakkında yazı yazan Aziz Nesin’i duygularının incindiği gerekçesi ile dava etmiş. Anlıyoruz ki hak bilincine de sahip. İnternette Boğaziçi Köprüsü halka açıldığı zaman 'neden benim fikrimi almadılar?' dediği rivayet ediliyor.

Kalkınmak için yeni gelir kaynaklarına ihtiyacımız olan bu dönemde kimdir nedir çok takılmadan yaratıcı örneklerden faydalanmak lazım. Bu yüzden kendisi ile bir şekilde alışveriş yapmış tanıklardan hayatta olanlarla görüşülebilir, ceza aldığı dava dosyaları arşivden çıkarılarak yaratıcı gözle tekrar incelenebilir. Kanımca yeni gelişmeler ışığında kendisini yeniden kıymetlendirmenin zamanıdır.

Biliyorum yazımı okuyup aranızdan “yahu sen ne diyorsun adam halka ait olan köprüleri, meydanları satmış. Olur mu öyle şey“ diyen idealistler çıkacaktır. Sülün Osman bu konuya cevabı mahkemede zaten vermiş. ‘''Kusura bakma hakim bey. Memlekette Galata Kulesi'ni satın alacaklar olduğu sürece ben bu kuleyi satarım''

Bir daha ki yazıda görüşmek üzere.