90 soru çözmüş, 1 yanlış yapmış ve hâlâ üzgün. Çünkü yetmiyor. Bazen ne kadar doğru yapsan da sistem yanlışsa sonuç adil olmuyor.

Okul kapısında durdum. Sınav sabahı. Güneş yeni doğmuş ama hava gri. İçimden “Bu kadar çocuk sabahın köründe neden bu kadar sessiz?” diye geçirdim. Belki de bu sabah sadece sınav sessizliği değil, bir sistemin topyekûn çöküşünün utancı vardı o bahçede.

Demir kapıdan içeri giren çocuklar, okulun kapısına kadar tek sıra halinde yürüyor. Neşesiz, renkleri solmuş, yaşlarını unutmuş gibiler. Gözler yere bakıyor, adımlar birbirinin aynısı. Bir çizgi filmde olsalar “kopyala-yapıştır” derdik. Ama bu gerçek. Ve çok acı.

13-14 yaşındaki çocuklar… Kimileri diş teli takıyor, kimilerinin boyu yeni uzamaya başlamış, bazıları hâlâ “r” harfini yuvarlamaya çalışıyor. Ama hepsi aynı sistemin seçenekleri . Soru kitapçığı aynı, zaman sınırlı. Kazanman gereken tek şey: başarı. Ölçüsü mü? Yüzdelik dilim.

Sınav bitti, ama biten bir şey olmadı. Asıl sınav şimdi başlıyor: Tercihler. “Şu okul köklü ama kontenjan az.” “Bu okul yeni ama iddiasız.” “Diğeri çok iyi ama mesafe fazla.” “Öbürü çok uzak ama bir tanıdık puanı tutturmuş.”

Ve o kararsızlık, o liste başına ne yazacağını bilememe hâli… O kadar tanıdık ki. Hani bir ülkenin gidişatına dair fikir belirtirken “Ne yapsak, nereye gitsek?” diye düşünürsün ya, işte tam olarak o.

Küçük omuzlar üzerinde büyük sorular var bu yaz. Soru kökü şöyle: “Hayatımı etkileyen ilk büyük kararın doğruluğunu, 14 yaşında nasıl anlayacağım?”

Cevap şıklarında hep bir eksik var.

Bu yıl LGS’ye dair sadece sorular değil, iddialar da dolaştı. “Sorular çalındı” deniyor. “Bazı okullara cevaplar gitti” diyorlar. Sessizce ama sinsice yayılan bir güvensizlik, çocukların zihnine zehir gibi akıyor. Kimse resmi bir açıklamadan tatmin değil. Zaten bu ülkede adalet hissi o kadar uzun zamandır kayıp ki, çoğu veli artık şaşırmıyor bile.

Yalnızca çocuklar şaşırıyor.

Daha şaşırabilecek kadar temizler çünkü.

Bu sistemin içinde, bir yılı sadece sınava hazırlanarak geçiren çocuklar var. Yaz tatilini hiç yaşamamış, cumartesilerini hiç bilmemiş. Okuldan kursa, kurstan özel derse, oradan eve… 90 soru çözmüş, 1 yanlış yapmış ve hâlâ üzgün.

Çünkü yetmiyor.

Bazen ne kadar doğru yapsan da sistem yanlışsa sonuç adil olmuyor.

Ve biz büyükler, yine çocukların ellerine kalem tutuşturup onları bir “başarı hikâyesi” yazmaya zorluyoruz. Oysa asıl yazılması gereken hikâye bizim: Bu ülkenin eğitim sistemine dair, adalet algısına dair, çocukluğu unutturulmuş bir kuşağa nasıl davranıldığına dair.

Bir çocuğun başarısızlığı değil bu; bir toplumun başarısızlığı. Sınav sistemine değil, çocuklara çarpıyor. Her yıl yeniden.

Bu yaz, herkes tercihte bulunuyor. Kimisi okul seçiyor, kimisi susmayı. Kimisi “bari kendi çocuğum kurtulsun” derken, kimisi bu bataklığa gözlerini kapatıyor.

Benim tercihim belli:

Ben bu sistemin sorularını değil, cevapsızlığını sorguluyorum.

Çünkü bu yıl, sadece bir sınav değil; bir yorgunluk birikti. Çocuğumun gözünde gördüğüm endişe, başkasının çocuğunda gördüğüm çaresizlikle birleşti. Ben de o bahçede, okul kapısına yürüyen çocukların arasında yürüdüm sanki; elimde kalemim yoktu belki ama kalbimde onların taşıdığı aynı yük vardı.

Bir anne olarak kızımın yüzünde beliren o yaşsız ifadeyi unutamıyorum. Ama daha çok, o bahçede tanımadığım çocukların yüzündeki aynılığı unutamıyorum. Sadece kendi çocuğum için değil, o sabah tanımadığım tüm çocuklar için üzüldüm. Çocukların yüzünde bu kadar benzer bir suskunluk varsa, sorun bireysel değildir. Bu, sistematik bir kırılmadır.

Ben bu kırılmanın tam ortasında, elimde kalemle oturuyorum. Ne akademik bir unvanım var, ne karar verici masalara yakınlığım. Çocuğunu bu sistemden geçirmeye çalışan, kendisi de zamanında o sıralarda ter dökmüş bir kadınım sadece. Hayatını kitapların arasında, sokakların kenarında, mutfak tezgâhında, göz ucuyla haber bültenine takılarak geçiren milyonlarca kadından biriyim. Ama sustukça büyüyen bu adaletsizliğe kalem dayanmıyor artık.

Başarıyı yeniden tanımlamazsak, yanlış sorularla büyüyen bir ülkenin doğru cevabı hiç olmayacak.