Hani şu “orta sınıf” dedikleri var ya… Bizim siyasetçiler onu pek sever.
Hani şu “orta sınıf” dedikleri var ya… Bizim siyasetçiler onu pek sever. Yeri gelir “ekonominin bel kemiği” derler, yeri gelir “fakirle zengin arasındaki köprü” diye överler. Televizyon yorumcuları da “orta sınıf çökerse ülke çöker” cümlesini tılsımlı bir dua gibi tekrarlar. Ama o cümlenin altını biraz kazıyınca karşımıza çıkan tablo, o yumuşak tonlamalar kadar parlak değil.
Çünkü “orta sınıf” denince çoğunlukla öğretmenler, doktorlar, maaşlı memurlar ya da plaza çalışanları akla gelir. En radikal analizlerde bile “küçük esnaf” eklenir, tamamdır. Ama ya o sessiz, tok, kendinden emin; mülkiyetin konforlu koltuğunda oturan orta burjuvazi?
Burada “orta burjuvazi” kavramını biraz açalım: Sadece maaşla geçinen bir kesim değil; sermaye sahibi, kiracıdan, banka faizinden, belediye ihalelerinden düzenli gelir elde eden, küçük ve orta ölçekli ama sermaye birikimiyle ekonomide ciddi pay sahibi olan sınıf. Bu sınıf, özel okullara çocuk gönderen, kendi şirketinde işçi çıkarmaktan çekinmeyen ama politik olarak “demokratik” söylemleri benimseyen bir görünüm çizer.
İşte onlar, sınıf analizlerinde yokmuş gibi davranılan “gövdenin gövdesi.” Burjuvazinin makyajsız, filtresiz, doğrudan hâli… Büyük holdinglerin ışıltılı lansmanlarında görünmezler çünkü güçleri sahnede değil kuliste, ihale dosyalarının arasında, tapu kayıtlarında saklıdır. Büyük sermayenin gösterişli koridorlarında değil, belediye meclislerinde, ticaret odalarında, aile toplantılarında alınır kararları.
O mütevazı görünen apartman dairesi, üç kiracının sırtından dönen düzenli bir gelir kapısıdır; “küçük” denilen şirketleri bir bakarsınız belediyenin tüm temizlik işini almıştır. İdeolojik istikrar dediklerimiz ise tam da bu; günlük siyasetin dalgalanmalarına kapılmazlar, sınıf çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Patron sofrasında, vakıf toplantısında, bayram namazı çıkışı belediye başkanıyla tokalaşırken hep aynı çizgide dururlar.
Türkiye’de bunun yüzlerce küçük ama etkili örneği var: İlçe belediyesinin temizlik işini 20 yıldır aynı firmanın alması, müteahhit babanın oğlunun “şans eseri” TOKİ’den toplu arsa kapması, sağlık sektöründe tek bir aileye ait zincir hastanelerin her hükümet döneminde teşvik alması… Bunlar büyük holding haberi gibi patlamaz ama şehirlerin dokusunu, ekonomiyi arka planda şekillendirir.
Belki de onları görmezden gelmek siyaset için bir konfor alanı. Çünkü orta burjuvazi, ne meydanlarda pankart taşır ne televizyon ekranlarında nutuk atar. Kitle hareketlerinin tam ortasında görünmezler; ama ne kadar ileri gideceğine, nerede duracağına dair görünmez sınırları onlar çizer. Ellerinde megafon yoktur ama belediye ihalelerinde kimin kazanacağını, bir fabrikanın hangi sendikayla “iyi geçinmesi” gerektiğini fısıldayan o alçak ses onlara aittir.
İşte bu yüzden siyasetin radarında görünmez kalırlar: Çünkü görünür olmak işlerine gelmez. Gölgede kalan el, ipleri en rahat orada tutar.
Peki, ne yapmalıyız? ? Şeffaflıktan başlamalıyız. Belediye ihaleleri, kamu kaynakları, kimin neyi, nasıl aldığı artık herkesin gözü önünde olmalı. Çünkü görünmez olan ne kadar gizlenirse gizlensin, sonunda hep açığa çıkar. Adalet, hesap verebilirlikle başlar.
Sonra o küçük ve orta ölçekli işletmeler var ya, onların nefes alması lazım. Piyasada büyük tekeller ne kadar güçlenirse, o kadar daralır rekabet alanı. Bu yüzden tekelleşmeye karşı durmalı, rekabetin önü açılmalı. Adil bir oyun sahası kurmalıyız.
Sivil toplumun sesi kısılırsa, halkın iradesi gölgede kalır. Karar alma mekanizmalarına yurttaşın, sivil toplumun katılımı olmazsa, o görünmez güçlerin sınırlarını kim çizecek? Bu yüzden toplumsal hareketlere alan açmak, katılımı güçlendirmek şart.
Ve tabii ki eğitim… İnsanlar ne olduğunu, neden olduğunu, bu sınıfların nasıl şekillendiğini bilmeden, gerçeklerle yüzleşmeden değişim olmaz. Sınıf bilinci yayılsın, herkes kendi yerini ve o yerin güç ilişkilerini fark etsin.
İşte böyle… Görünmezleri görünür kılmadan, pastanın gerçek dilimleyicilerini tanımadan, ne adil bir toplum kurabiliriz ne de gerçek bir değişim yaşayabiliriz.