Demokrasi, Eski Yunan kökenli olup demos (halk) krotos (yönetim) kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Halk tarafından, yönetim halkın iktidarı anlamına gelen demokrasi Antik Yunan’ın modern medeniyetlere bıraktığı en değerli mirastır. Bu miras temel hak ve ödevler anlayışının oluşmaya başladığı ve anayasalarda “sosyal devlet’’ algısının yükselişe geçtiği Fransız devrimi ile ivme kazanmış ülkeler arasında hızla yayılma alanı bulmuştur. Demokrasi olgusunu benimseyen ülkelerin tam anlamıyla demokratik bir rejim yürüttüğü elbette söylenemez. Nitekim son yıllarda hukukun yozlaşması ve demokrasinin yıpranması Türkiye, Rusya, Venezuela ve Bolivya gibi pek çok ülkede gözlemlenebilmektedir.

Türkiye'nin demokratikleşme sürecine baktığımızda ise sorulması gereken en önemli soru şudur: 1923 yılında çok partili siyasete geçişle demokrasi yolunda önemli bir adım atan Türkiye nasıl olur da hala “temel ve sosyal’’ hakların korunduğu ideal bir demokrasi inşa edemedi? Bu durumu anlamak için siyasi tarihini kısaca irdelemekte fayda var. Demokrasi toplumlarında muhalif liderler iktidara gelmek için sıkışmış formüllerin dışında çoğunluğun ilgi duyacağı çağrılar yapmak zorundadır. Nitekim cumhuriyetin ilk döneminde muhalif parti olan Demokrat Partisi iktidarın baskı ve tekelciliğine karşı demokratik çağrı niteliğinde olduğunu düşündüğü “Hürriyet Misakı’’

ve “Milli Teminat Misakı’’nı yayımlamıştır. Ancak iktidarının ilerleyen zamanlarında yasal düzenlemelerle üniversitelerin özerkliğini sınırlandırmış, akademisyenleri tamamıyla depolitize etmeye çalışmıştır. Yargıyı denetim altına almaya başlayan iktidar “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’’nda ve “Basın Yasası’’nda, yapılan değişikliklerle önemli ölçüde kısıtlamalar getirmiştir, hatta ikinci dönem seçimlerinde kendisine oy vermedikleri gerekçesiyle Kırşehir’i ilçe düzeyine indirmiştir. Bu yapılanlara eleştiri getiren gazete ve muhabirlere sert ve otoriter davranmaktan çekinmeyen iktidar döneminin muhalif partisi olan CHP’nin kendisine karşı “İlk Hedefler Bildirisi’’nin ilan etmesine engel olamayacak ve 1960 darbesiyle iktidarı sonlandırılacaktı. Bu dönemden sonraki iktidarlar da benzer profil sergilemiş çağdaş anlamda demokratik bir siyaset yaratamamışlardır.

Ülke,1980’lere geldiğinde ise toplumun bütün sosyo _ politik dinamiklerini sarsan 12 Eylül muhtırasını yaşayacaktı. Asker bir kez daha siyasi iktidarsızlığı gerekçe göstererek yönetime el koyacaktı. Rejim 1961 anayasasının sağladığı sosyal hak ve özgürlük ile yükselişte olan gençlik hareketini ve sol siyasi ideolojisini anarşinin ana nedeni olarak görmekteydi. Neticede 12 Eylül 1980’de yapılan müdahele sonrasında, ülkede ilan edilen sıkıyönetim kapsamında öncelikli olarak sol gruplar ve tüm ülke üzerinde baskı kurulmuş; insanlar evlerinden zorla alınıp sorgulanmış, ardından gözaltılar, işkenceler, idamlar ve ölümler insan hakları gözetilmeksizin hukuk dışı bir şekilde uygulanmıştır (Balık, 2010: 10). (1) Böylelikle bir toplum devlet eliyle yaşayabileceği en sert ve baskıcı dönemi yaşamış, demokrasi bir kez daha tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır.

Peki Atinalıların icadı olan şu demokrasi günümüz Türkiye’sinde ne durumda dersiniz? Çoğulcu, çok sesli ve tahammül duygusu yüksek “derin demokrasi’’ vaatleri ile başa gelen iktidar bu vaatlere ne kadar sadık kalmıştır? Git gide artan krizin yarattığı yoksullaşma, yaygın olarak ihlal edilen temel hak ve özgürlükler, başta iktidar olmak üzere farklılıklara tahammülsüzlüğün ve toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği günümüzde bu vaatlerin birer sihirli sözcükten ibaret kaldığı apaçık ortadadır.

Ne için demokratik toplum olmaktan bu kadar uzaklaştık? John Locke’un öne sürdüğü direnme hakkına yeterince sahip çıkmadık mı? Ya da mevcut iktidarın ideolojik ve dinsel değerleri mi? Pek zannetmiyorum. Din ve ideoloji gibi araç değerler popülist liderlerin iktidarlarının devamlılığını sağlamak için başvurdukları araçlardan ibarettir bu araçların değerlendirilmesi ve sahipliliği zamandan zamana değişebilmektedir. Sanırım buna en açık şu örnek verilebilir. 2002 tarihinde LGBT bireylerine güvence verilmesi gerektiğini söyleyen bugünün Cumhurbaşkanı çok daha sonra bu bireylerin varlığını bu “ülke millidir diyerek reddedecekti.

Saray iktidarı, çok kültürlülük ilkesinin getirdiği dil, cinsiyet, etnik kimlik temelli farklılıkları koruyup yasal önlemler almak yerine bunları tamamen hukuk dışı yollarla baskı altına almaktan vazgeçmedi. Farklı etnik kökenli vatandaşların “eşit yurttaşlık’’ talepleri daima terörize ediliyor, aydın akademisyenler hain ilan edilerek rasyonel ve akılcı eğitim hakkına direnen üniversitelilere cop ve gazla müdahale etmekten çekinilmiyor. Saray rejimi birbirini besleyerek büyüyen bütün bu antidemokratik uygulamaları 2017 yılında tek adam rejimine geçerek taçlandırdı. Yeni sistemle kuvvetler ayrılığı prensibi ortadan kalkınca bağımsız yargı büyük darbe aldı, iktidarı sınırlaması gereken yargı erkleri, iktidarın elinde yeni bir baskı aracına dönüştü. İnsan hakları ve demokrasi iktidar eliyle büyük ölçüde askıya alındı. En nihayetinde iktidar, yeni yargı reformuyla yüzyıllar boyunca direnerek elde ettiğimiz hak ve özgürlüklere bir gecede bloke koyabilmekte ve bu despotik uygulamaları kendi hukuk düzeninde meşru bir alana oturtturabilmektedir.

Türkiye’nin 100 yıllık siyasi tarihine dönüp baktığımızda dünü bugünün özeti mahiyetinde. Her dönemin iktidarı devamlılığını sağlamak için yargı bağımsızlığının zayıflatılması, üniversitelerin, vakıfların, derneklerin ve sivil toplum kuruluşların kapatılması ve kapanmak zorunda bırakılması, medyanın kontrol altına alınması, gazete ve dergilerin kapatılması, toplumun bir kesimini şeytanlaştırma, aydınların hain ilân edilmesi gibi uygulamalara başvurmuştur. (2)

Böylece ülke benzer ideolojilerle siyasi bir handikaba girmiş ve her dönemin sonunda toplum bir kez daha demokrasiden uzaklaşmıştır.2000’li yılların bitmeyen senfonisinin sonlanmaya yakın olduğu, çağın tanrılarının binlerce Prometheus’lar yarattığı bu dönemi sanırım en iyi John Berger özetlemişti. Kitleleri hükmü altına alan bir zorbalık çağının en karanlık günlerini yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde acı var. Yegâne erdemin kâr tutkusu olduğu bu düzenin en etkili aracı ise medya. Bir an önce bizden çalınan sözcüklerimizi geri almalıyız. Yoksa bize tekbir sözcük kalacak: Utanç. (3)

KAYNAKÇA
1-ALVER, Ahmet (2012). 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ‘Devrimciler’ İle ‘Yüz: 1981’
Romanlarından Hareketle 12 Eylül Döneminde Yaşanan Devlet Güdümlü Baskı ve Şiddet
Sorunsalı. Dede Korkut Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 1 (1), Syf: 5-22.
2-GÖZLER, Kemal (2023). Demokrasi Nereye Gidiyor? Nerede Hata Yaptık?
https:/www.anayasa.gen.tr
3-GÖKHAN, Halil (2013). Demokrasi Öldü Mü? Kafekültür Yayıncılık, İstanbul.