Bir zamanlar "misafir şekeri" olurdu evlerde - olur ya aniden bir konuk gelirse sunulsun diye. Çoğu zaman evin afacanları çaktırmadan içindekileri lüpletir, özenle saklanan kutu ya da şekerliğin boşaltılmış olduğu son anda anlaşılırdı!
 
Şimdilerde özenle terimlerin içleri boşaltılıyor: doğa katledilip santral kuruluyor "kalkınma" diye; "gıda güvenliği" kimyasal katkıların etikete karınca duası boyutlarında yazılmasından ibaret; "sürdürülebilir" demek çarkı dönmeye, para kazandırmaya devam demek...
Toprağı hırpalamamak, zehirlememek yetmez, binlerce yıldır insan faaliyetleri ile yıpranmış toprakları onarmamız gerek savıyla çıkan "onarıcı tarım" da şimdi "onaralım da monokültürümüzle, zehirlerimizle bir süre daha kullanmaya devam edebilelim," anlayışına çevriliyor.
 
"Gıda egemenliği" terimini boşaltamazlar sanıyorduk - yanılmışız. Gıda ihracatı ve ithalatını dengeliyebiliyorsan al sana gıda egemenliği! Peki insanların sağlıklı ve ağız tadına uygun gıda hakkı nerede? O gıdanın doğal yöntemlerle, doğaya zarar vermeden üretilmesi nerede? Tarımın ve gıdanın Şirketlerin güdümündeki "piyasalar" tarafından değil bizzat üretenlerin ve tüketenlerin kararları doğrultusunda şekillenmesi nerede?
 
Yeterli ve sağlıklı gıda haktır. Bırakın kırsalı henüz kentlimiz bile vatandaş olarak haklarının ne kadar farkında?
 
Haftanız ferah, sofralarınız şen olsun.