“Futbol, sinematografik bir oyundur, günümüz futbolunda destansılık ve baş döndürücülük giderek azalıyor” diyor Javier Marías, bütün coğrafyalarda çok sevilen, oynanan ve üzerine konuşulan bu oyun için. Bunun nedenlerinden biri (bana göre tabii) yaşlanmaksa diğeri de artık her maçın eşsiz bir hikâyesinin olmaması… Kendimden pay biçerek, futbolla eskisi kadar ilgilenmiyorum ve sanki herkesin aynı duyguda olduğunu düşünüyorum. Marías için ne kadar geçerli bu, okumak gerek. Roman, öykü, deneme ve köşe yazarlığıyla tanınan yazar, çocukluğundan beri ilgi duyduğu futbolla ilgili köşe yazılarını kitaplaştırmış. 1998’deki bir yazısında şöyle diyor: “Son Dünya Kupasının finalini net bir şekilde kim hatırlıyor? Ben değil, tabii ki, buna karşılık 82’deki İtalya’yla Brezilya arasındaki 3-2’lik maç hafızamdan silinmiyor.”

Şiddete dayalı (mı?)

Toplam 42 yazının yer aldığı “Vahşiler ve Duygusallar”ın ilk yazısında, Cabrera Infante’nin, “Bu rezil oyun, şiddete teşvik eder zira bizzat şiddet içerir: Ayakla oynanır ki, tekme atmaktan daha vahşi çok az hareket mevcuttur” sözüyle başlıyor. ABD’de ise futbolun yavaş ve yumuşak bir oyun olması nedeniyle kadınlara uygun bir faaliyet olarak görülmesini ise ilginç olarak niteliyor. 

Bizim ülkemizde de cinayetlere varan sokak kavgaları yaşanıyor futbol nedeniyle. Ağırlıklı olarak takım tutkusundan kaynaklandığı ileri sürülse de, bir takımın taraftarının bulunduğu tribünde, diğer bir takımın, bırakın attığı golü, göze hoş gelen bir hareketini övgüyle karşılamak bile dayak sebebidir.

Hangi takım? 

İspanyol Javier Marías, iki güçlü rakip üzerinden değerlendiriyor futbolu; hepimizin tanıdığı ve büyük çoğunluğumuzun tuttuğu Real Madrid ile Barselona. Bizdeki, geleneksel Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti gibi, ama orada devlet giriyor işin içine. “Real” adı üstünde, Kral’ın; “Barça” ise ayrılıkçı Katalanların. O zaman Dersimspor veya Amedspor ile Sakaryaspor veya bir başka tutucu şehrin takımı diyebiliriz. Peki, neden böyle oluyor? Yazar, yanıtını yazıların arasına yaymış: Futbolda top her zaman yuvarlak değildir. Bir başka deyişle futbol sadece futbol değildir. Muhakkak birileri bir şekilde manipüle edecek, ettirecek, şike yapacak, yaptıracaktır. İki takımın arasında (Real ile Barça’dan söz ediyor tabii ki), arasında elbette bir dostluk yoktur. Ancak son zamanlarda akla bile gelmeyecek, kaygı uyandıracak bir hısımlık başladı. Sahi, bizde de ezeli rakip olarak adlandırılan takımlar arasında futbolcu alışverişi yapılsa da taraftarların kabul etmesi zaman alıyor. Kim bilir, belki de biz, İspanyol seyircilerden daha uygar bir bakış açısına sahibiz. 

Bizsiz onlar bir hiçtir!

Barselona’nın muhteşem oyuncusu ve futbol sihirbazı olarak tanınan Pep Guardiola, yöneticilerin değil, futbolcuların konuşması gerektiğini söylemiş cesurca, daha sahadayken: “Bizsiz onlar bir hiçtir”. 

Bir futbol takımının -hele de büyükse o takım, şampiyonluk/lar bekleniyorsa- başkanı olmanın toplumsal bir önemi varsa, o koltukta geçici olarak bulunanların veya seleflerinin büyüleyici kişiliklerinin değil, o ekiplerin oyuncularının yaklaşık bir asırdır seyircilere armağan ettiği heyecanlı ve keyifli sayısız günün sayesindedir. 

Brezilyalı Romario, gece hayatını sevdiğini, canın çektiği her şeyi yapacağını açıklayınca kınama yağmış… Mutlu olursa gol/ler atabileceğini eklemesi yetmemiş. Disiplin, sadece futbolda değil, yaşamın her alanında, başarı için yeterli bir etken değildir. Belki de en tam o nedenle, sahada “harikalar” yaratan futbolcular dışarıda da farklılığını gösteriyor. Beklentileri karşılayamayan oyuncuları anımsayın. Umutları boşa çıkaranların yaşamayanlar olduğunu görüyoruz. 

İşte belki en tam o nedenle ne antrenörlerin ne kulüp başkanlarının fotoğraflarını asar insanlar duvarlarına, sadece futbolcuların. Tıpkı sinemada başrol oyuncularının asıldığı gibi. Sinefiller de yapımcıların değil yönetmenlerin fotoğraflarını tercih ediyor. 

Kazanmak değil, daima kazanmak…

Herhalde dünyanın futbolla yatılıp kalkılan bütün ülkelerinde şampiyonluk parsellenmiştir: Bizde “üç büyükler” (tabii ki, istisnalar kaideyi bozmaz ve Bursa, Başakşehir hatta Trabzon bile “yanlışlıkla” ipi göğüslemişlerdir) arasında geçmiyor mu bütün yarış? Lig başlarken birçok takım sayılırken, ilk dönemin yarısına bile gelmeden şampiyonluk adayları kopuyor. Bakın, 1996 yılında şunu yazmış: “Atletico de Madrid yarım asırdır La Liga şampiyonu olmamıştı. Bu sene onu kazandı, üstüne bahşiş olarak da Kral Kupasını aldı.” 

Şampiyonluk kazanıldığı andan itibaren mazi oluyor. Yenisi, daha iyisi, büyüğü, uluslararası boyutta olanı isteniyor. Çünkü futbol dünyasında hiçbir şey yetmez. Kazanmak değil daima kazanmak istenir. Birbiri ardına nefes almadan ve hiçbir şey yeterli gelmeden kazanmak istenir. Siz haddinizi bilseniz bile “dış güçler” (ne sihirli bir tanım değil mi, her yerde maymuncuk gibi tüm kapıları açıyor ve sonuç aldırıyor) bırakmaz sizi. Toplumsal, ekonomik, kültürel tüm etkenler ittirir arkanızdan, seyirci de yanında!

… güzel yanı

Puskas ile Di Stefano, maç öncesinde birbirleriyle “sadece topuk pası” atacaklarına karar verir ve maçta uygularlarmış. Umurlarında mı seyircinin protestosu (onlar gol-ler bekliyor) veya çalıştırıcının kızgınlığı. İlginçtir, Di Stefano, seyircinin kızmadığını aksine hoşuna gittiğini söylüyor. Besbelli maçın tamamında değil, galibiyet garantilendiğinde uyguluyorlardı bu kararlarını. 

Marías, FİFA’nın başında bir ahmak demagog bulunduğunu da yazıyor; kitabı oluşturan hemen her yazıda ilginç, ilginç olduğu kadar önemli, önemli olduğu kadar ülkemizdekilerle kıyaslayacağınız konular var; tam da Merkez Hakem Komitesi ve Federasyon değişikliğinin yapıldığı bu günlerde. 

Takımlarımızın Avrupa kupalarındaki maçlarla ilgili beklentilerinizi somutlamak için de ideal bir başvuru kitabı, benden söylemesi…

Vahşiler ve Duygusallar (Futbol Yazıları)
Javier Marías
Deneme
Yapı Kredi Yayınları, Temmuz 2022, 153 s. 

(25 Temmuz, 2022 / Siyasi Haber)