Soğuk Savaş’ın kritik hamlelerini yöneten Zbigniew Brzezinski, Amerikan gücünün zirveye çıktığı dönemde dahi liderlik krizine karşı uyarıyordu. Onun mirası, bugün ABD dış politikasındaki akıl boşluğunu daha görünür kılıyor.

Srebrenitsa'da soykırımın 30'uncu yılı
Srebrenitsa'da soykırımın 30'uncu yılı
İçeriği Görüntüle

Amerika Birleşik Devletleri, II. Dünya Savaşı sonrasında küresel düzene yön veren dış politika akılları yetiştirdi. Bu isimlerden biri, Polonya kökenli Zbigniew Brzezinski’ydi. Almanya’da Nazilerin yükselişine tanıklık eden bir çocukken, ABD’ye göç ederek önce akademide, ardından Beyaz Saray’da Soğuk Savaş’ın kaderini belirleyen figürlerden birine dönüştü.

1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan Brzezinski, sadece dönemin olaylarına değil, geleceğin krizlerine de stratejik öngörülerle yaklaşmasıyla biliniyor. 1979’daki İran Devrimi sırasında ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’nde esir tutulan diplomatların kurtarılması sürecinde Carter’a danışmanlık yaptı. Aynı yıl, Çin ile ilişkilerin normalleşmesi sürecinde ve Camp David Anlaşmaları’nda kilit rol oynadı.

Brzezinski’nin çocukluğu, babasının diplomatik görevleri nedeniyle Almanya ve Sovyetler Birliği’nde geçti. 1938’de ailesiyle birlikte Kanada’ya taşınarak savaşın Avrupa’daki en kanlı döneminden kurtuldu. Ancak yaşadıkları, onun dünya görüşünü şekillendirdi. Edward Luce’un yazdığı Zbig: Amerika’nın Büyük Güç Peygamberi adlı biyografi, bu dönemin Brzezinski’nin stratejik düşüncesi üzerindeki etkisini ayrıntılarıyla aktarıyor.

Luce’a göre Brzezinski, Soğuk Savaş sona erdiğinde Batı’nın “zafer sarhoşluğuna” kapılmasına karşı uyarılarda bulunuyordu. ABD’nin kibrinin, Rusya, Çin ve İran gibi ülkeleri Batı’dan uzaklaştırabileceğini söylüyor; Amerika’nın içeriden çürüme riski taşıdığına dikkat çekiyordu.

Luce, Brzezinski’nin günlüklerini ve Beyaz Saray’dan evine döndüğünde ses kayıt cihazına yaptığı notları temel alarak yazdığı kitapta, bu stratejistin çok yönlü bakışını öne çıkarıyor. Ona göre Brzezinski, Çin ile ABD’yi yakınlaştırıp Sovyetleri izole eden 1970’lerdeki hamleyle, hem kısa vadede Soğuk Savaş avantajı sağlamış hem de uzun vadede Çin’in yükselişine zemin hazırlamıştı. Aynı şekilde, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında mücahit gruplara verilen destek, Moskova’yı yıpratmış ama küresel İslamcı hareketlerin güçlenmesine de neden olmuştu.

Brzezinski’nin bir başka özelliği, klasik “realpolitik” çizgisine rağmen insan haklarını dış politika aracı olarak kullanmasıydı. Helsinki Nihai Senedi’nin insan hakları bölümünü stratejik bir araç haline getirmesi, Doğu Avrupa’da Sovyet karşıtı hareketleri güçlendirdi.

2017’de hayatını kaybetmeden önce yaptığı son açıklamalarda ise, ABD’nin artık kapsamlı bir stratejiden yoksun olduğunu, dış politikanın iç politika reflekslerine dönüştüğünü ve liderlik krizinin yaklaştığını söylüyordu. Edward Luce’a göre Brzezinski’nin bu öngörüsü bugün daha da belirginleşmiş durumda.

Luce, Donald Trump döneminde ABD dış politikasının “bir dizi dürtüsel tepkiden” oluştuğunu, gerçek bir stratejiye dayanmadığını savunuyor. Trump’ın dünya algısında “her büyük gücün kendi arka bahçesinde istediğini yapabileceği” fikri hâkim. Bu yaklaşım, Çin ile Rusya’nın daha da yakınlaşmasına neden oluyor. Oysa Brzezinski yaşasaydı, bu iki gücün arasına “paranoya tohumları ekmeye” çalışırdı. Luce, özellikle Çin’in Sibirya üzerindeki tarihsel iddiaları, iklim krizi gibi meselelerde Rusya-Çin gerilimini derinleştirmenin mümkün olduğunu vurguluyor.

ABD dış politikasının artık Brzezinski gibi stratejik akıllara ihtiyaç duymadığı bir dönemde yaşadığımızı düşünen Luce, bunun hem ABD hem dünya için tehlikeli bir boşluk yarattığına inanıyor. Ona göre “büyük düşünürlere olan ihtiyacın azaldığı” bu çağda, kısa vadeli iç siyasi hesaplar uluslararası hamleleri belirliyor.

Brzezinski’nin öngörülerinden biri de tam olarak buydu: ABD, küresel gücünü sürdürebilmek için yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda entelektüel bir liderlik de ortaya koymak zorunda.

Zbigniew Brzezinski’nin ardından kalan en önemli miraslardan biri, “büyük strateji olmadan büyük güç olunamayacağı” gerçeği. Bugünün dünyasında bu uyarı, yalnızca ABD için değil, tüm küresel aktörler için geçerli.

Kaynak: Bbc Türkçe