Ece altı yaşında.

Mitoloji okumak doğrusu hiç aklıma gelmemişti. Masal olur, hikâye olur, resimli kitap olur ama mitoloji… Onu hep “büyüklere ait”, biraz da ağır bir yer gibi düşünürdüm.

Ece’ye Haldun Taner’in Mitoloji’si Eltispor Antalya’dan hediye geldi.

Önsöz falan derken, kitabı pazar gecesi su içer gibi bitirdim. Çocuğa diye alınan bir kitap, insanın zihnini böyle yakalayabiliyormuş meğer. Çünkü Taner’in anlattığı mitoloji tanrılarla değil; insanlarla, güçle, iktidarla ve hafızayla ilgiliydi.

Geçen yazıda sormuştum:

Bugün seçim olsa Zeus mu Odin mi?

Bu soru bir şaka değildi. Bir toplumun iktidarla, benzetmeyle ve düşünmeyle kurduğu ilişkinin küçük ama etkili bir turnusolüydü. Şimdi Taner’in satırlarıyla birlikte dönüp bakınca, sorunun cevabından çok, sorunun neden bu kadar rahatsız ettiği daha görünür hale geliyor.

Ben mitolojiyi severim, çünkü mitoloji bir inanç sistemi değil, hafıza biçimidir. Zeus’un yıldırımı bir doğa olayı değildir; iktidarın keyfiliğidir. Prometheus’un zinciri bir masal değil; itaatsizliğin bedelidir. Sisyphos’un kayası ise bitmeyen emeğin hikâyesidir.

Bizde mitolojiye karşı tuhaf bir mesafe vardır.

“Biz Müslümanız”,

“Biz tek tanrıya inanırız”,

“Bize İlyada’dan ne?”

Bu cümleler mitolojiyi değil, benzetmeyi reddeder. Çünkü benzetme düşünmeyi çağırır. Düşünmek de itaati bozar.

Haldun Taner’in anlattığı gibi, bir siyasetçiyi Jüpiter’e benzetmek ilk bakışta kültürlü bir övgü gibi durabilir. Oysa Jüpiter’in kim olduğunu bilenler için bu benzetme, bir iltifat değil, bir ifşadır. Mitoloji tam da bu yüzden sevilmez; gücü yüceltmez, çıplaklaştırır.

Ben mitolojiyi severim, çünkü mitoloji iktidarı insanileştirir. Tanrılar hata yapar, kibirlenir, cezalandırır. Yani dokunulmaz değildirler. Oysa bizim siyasetimiz dokunulmazlıkla beslenir. Mitoloji ise sorar: “Bu güç gerçekten meşru mu?”

Sisyphos’u düşünelim.

Her gün aynı kayayı aynı yokuşa sürmek zorunda bırakılan adamı. Kaya her seferinde geri yuvarlanır. Bu ülkede kaç insan, kaç kuşak tam olarak bunu yaşamıyor? Ama biz buna mitolojik bir trajedi demiyoruz. “Sabır” diyoruz. “Kader” diyoruz. “İstikrar” diyoruz.

Mitoloji bu kelimeleri yerinden oynatır.

Rahatsız eder.

Bugün çocukların okul sıralarıyla üretim bantları arasında paylaştırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Adına MESEM deniyor. “Meslek öğreniyorlar” deniyor, “hayata hazırlanıyorlar” deniyor. Mitoloji bu dili tanır ama başka bir şey daha yapar: gerçeği adlandırır. Kronos, iktidarını kaybetmemek için çocuklarını yiyen bir tanrıydı. Saklanmadı, süslemedi, masal anlatmadı. Gücü sürsün diye çocuklarını feda etti. Bugün kayayı sırtına erken yaşta yüklenen çocukların hikâyesi yeni değil; sadece artık mitolojik bir dehşet değil, “politika” olarak anlatılıyor. Eğitim deniyor, piyasa deniyor, mecburiyet deniyor. Ama sonuç değişmiyor: Çocukluk, düzenin devamı için tüketiliyor. Mitoloji tam da burada devreye giriyor; çünkü bir toplum çocuklarını yiyorsa, buna hangi adın verildiğinin hiçbir önemi yok.

Bir de Proteus vardır.

Şekil değiştirir, hayatta kalmak için her kalıba girer. Bugün başka bir yüz, yarın başka bir söylem. “Bunlara ne gerek var, siyaset bu” denir. Evet, siyaset bu. Ve tam da bu yüzden mitolojiye ihtiyaç vardır.

Ben mitolojiyi severim, çünkü mitoloji siyaseti estetikle değil, etikle sınar.

“Bu kahraman gerçekten kahraman mı?”

“Bu bilgelik sahici mi?”

“Bu güç kimin adına konuşuyor?”

Belki de bu yüzden mitoloji çocuklara bırakılır. Masal diye küçümsenir. Ama herkes bilir: En tehlikeli sorular masalların içinden çıkar.

Ben mitolojiyi bu yüzden severim.

Çünkü mitoloji, masal kılığına girmiş bir itirazdır.