Kılıçkaya Vadisi Doğa ve Ekoloji Derneği Kurucu Başkanı Necmettin Sıvacı yazdı...

Sakarya’nın Geyve ilçesine bağlı Sabırlar ve Poydular köyleri…
Bu iki köy, haritalarda küçük birer nokta gibi görünse de, yüzlerce yıllık tarımsal hafızayı, emeği ve toprağa tutunarak ayakta kalmayı başarmış bir yaşam kültürünü temsil ediyor.
Bugün bu vadide konuşulan konu, yaklaşık 72 hektarlık bir alanda kurulması planlanan Geyve Gıda İhtisas Organize Sanayi Bölgesi. Süreç 17 Kasım 2025’te yatırımcı ön talep ilanıyla başladı, yeterli başvuru sağlanamadığı için 15 Ocak 2026’ya kadar uzatıldı. Bu uzatma, aslında önemli bir gerçeği de ortaya koyuyor: karar henüz kesinleşmiş değil ve tartışmaya açık.
Sorulması gereken soru şu:
Gıda ihtisası adı altında planlanan bir sanayi bölgesi, neden hâlihazırda gıda üreten, üstelik aktif ve verimli tarım arazileri üzerine kurulmak isteniyor?
Planlanan alanın tamamı özel mülkiyet. Daha da önemlisi, bu topraklar üretimden kopmuş değil. Aksine, dikili tarımın sürdüğü, bazı parsellerinde organik tarım sertifikalı üretimin yapıldığı, yıllar içinde emekle, sabırla ve doğayla uyum içinde işlenmiş arazilerden söz ediyoruz. Bu alanlar yalnızca ekonomik birer birim değil; toprağın, suyun ve insan emeğinin birlikte var olduğu canlı ekosistemler.
Elbette sanayi yatırımı önemlidir. Elbette gıda sektörünün gelişmesi, katma değerli üretim yapılması ülke ekonomisi için gereklidir. Ancak kamu yararı kavramı, yalnızca “yatırım yapılması” ile açıklanamaz. Nerede, hangi bedelle ve neyi kaybederek yapıldığı da kamu yararının ayrılmaz bir parçasıdır.
Bu noktada ister istemez şu sorular gündeme geliyor:
Tarım dışı alanlar gerçekten yok mu?
Kamu mülkiyetinde, üretim baskısı olmayan alternatif sahalar neden ciddi biçimde değerlendirilmedi?
Sakarya genelinde farklı sektörlere ayrılmış OSB’lerdeki boş ya da atıl parsellerin, gıda sektörü açısından neden yetersiz görüldüğüne dair kamuoyuna açık, bilimsel bir karşılaştırma yapıldı mı?
Bu sorular sorulduğunda genellikle “gıda ihtisası” ve “kümelenme” kavramları öne sürülüyor. Ancak gıda ihtisası demek, gıdanın hammaddesini üreten toprağı yok saymak anlamına gelmemeli. Tarım-sanayi entegrasyonu, toprağın sanayiye teslim edilmesiyle değil; tarımın güçlendirilmesiyle mümkün olur.
Sabırlar ve Poydular köyleri, bugüne kadar sosyal yardımlarla ayakta kalmış yerler değil. Aksine, kendi toprağından üreten, kendi emeğiyle geçinen, kimseye yük olmadan varlığını sürdüren köyler. Bu vadide insanlar sadece tarım yapmıyor; aynı zamanda doğayı koruyor, yaşam alanlarını savunuyor. Yıllardır Kılıçkaya zirvesinde yapılan paraşüt sporları, Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği doğa yürüyüşleri, İstanbul ve çevre illerden gelen doğa tutkunlarının tercih ettiği trekking ve kamp rotaları, bu bölgenin sadece ekonomik değil, ekolojik ve kültürel bir değer taşıdığını da gösteriyor.
Sanayi yatırımıyla birlikte bu doğal dengenin nasıl etkileneceği ise henüz net değil. Yaban hayat, su kaynakları, mikro iklim ve tarımsal ekosistem üzerindeki etkiler, kamuoyuna açıklanmış kapsamlı bir değerlendirme ile ortaya konmuş değil.
Belki de en kritik mesele şu:
Bu süreç, yörede yaşayan insanların gerçekten katılımıyla mı yürütülüyor, yoksa onlar için sonradan öğrenilen bir “karar” mı haline geliyor?
Ön talep toplama sürecinin uzatılması, aslında bir fırsat. Aceleyle alınacak kararlar yerine; daha geniş katılımlı, daha şeffaf ve daha çok seçenekli bir değerlendirme yapılabilir. Tarımı güçlendirecek, üretimi çeşitlendirecek, çiftçiyi yerinde tutacak çözümler; sanayiye alternatif değil, tamamlayıcı olarak düşünülmelidir.
Toprak bir kez kaybedildiğinde geri gelmez.
Organik üretim bir kez kesintiye uğradığında yeniden başlaması yıllar alır.
Köy yaşamı bir kez dağıldığında, sadece binalar değil, bir kültür de yok olur.
Bu yüzden mesele “OSB olsun mu, olmasın mı?”dan çok daha derindir. Mesele, hangi kalkınma anlayışını benimsediğimizdir. Üretimi topraktan koparan mı, yoksa toprağı koruyarak geliştiren mi?
Cevabı aceleyle vermek yerine, birlikte düşünmek hepimiz için daha doğru olacaktır.