O tarihte doğanlar 42nci yaşlarını sürüyorlar yaşıyorlarsa.

Ya o tarihten sonra yaşamları bir sayının içine hapsedilenler. Sadece sayılarda kalan hayatlar…

Hayatlar bir sayının içine hapsedilmesin diye… Bıkmadan, usanmadan, unutmadan, unutturmadan…

1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 650 bin kişi gözaltına alındı. Açılan 210 bin davada 7 bini idam istemiyle olmak üzere, 230 bin kişi yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi. 259 kişinin idam dosyası Yargıtayca onandı. 49 kişi idam edildi. 71 bin kişi 141, 142 ve 163’ten yargılandı. 98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi’ olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı. 14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları açlık grevi sonucu yaşamını yitirdi. 30 bin kişi sakıncalı görüldüğü için işten atıldı. 1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi. 1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü. 47 yargıç görevden atıldı. 7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü. 937 film ‘sakıncalı’ ilan edilerek yasaklandı. 23 bin 667 derneğin çalışması durduruldu. İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 31 gazeteci cezaevine konuldu. Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci öldürüldü. 49 ton gazete, dergi ve kitap sakıncalı bulunduğu için imha edildi.

***

12 Eylül’de yitip gidenlerin anısına…

Kurulmuş gibi kalktı, çay suyunu koydu ve yüzünü yıkamaya gitti kadın. Kahvaltılıkları çıkardı dolaptan, masanın üzerine dizdi. Zeytin, peynir, yağ, reçel. Yatak odasına geri dönüp sanki işe gitmeyecekmiş gibi hala uyuyan erkeğe seslendi. Uzun bir uğraştan sonra kalktı adam yataktan. Evlilik defterini imzalamaları henüz yeniydi. Kiralık gelinlikle atılan imzanın üzerinden bir yıl geçmemişti daha. Her zamanki gibi konuşulmadan yenildi yemek. Kadın masayı toplamaya başlarken, fabrikaya gidecek olan erkek çıktı evden. İki bardak, iki tabaktan oluşan bulaşığı yıkamaya başlamıştı ki kapı çalındı hızlı hızlı.

-Kim o?

-Benim!

Erkeğin sesiydi bu. Açtı kapıyı. Adamın yüzü alı ar, moru mordu. Zaten ketum olan dili daha bir kitlenmişti sanki. Yeşile çalan gözleri şaşkın ve korkulu bakıyordu. "Ne oldu?" dedi kadın.

Adam zorla açtı ağzını ve tek bir cümle döküldü dudaklarından;

-Darbe!

Darbe, darbe, darbe.

Bu sözcük yankılandı kulaklarında. Sözcüğün anlamını kavramaya çalıştı. Ne demek istemişti adam. Kavrayınca, inanamadı bir an. Aslında beklenmedik bir şey değildi, son günlerin gelişmelerini düşününce. Ama yine de inanamaz ya insan bazı şeylere. Hep bekler de, yine de gelmesin der ya, işte öyle. Ama gelmişti işte. Beklenen ama istenmeyen. Ürpererek duvardaki takvime kaydı gözü. Tarih 12 Eylül 1980'i gösteriyordu.

İçeriye, tek odalarına geçtiler. Kadın ve erkek hiç konuşmadan oturdular uzun bir süre. Sonra adam anlatmaya başladı; "Sokağın başına çıktım. Tanklar ve askerler tutmuş. 'Geri dön, asker yönetime el koydu' dediler. "

Tüm söylediği buydu, zaten pek de konuşmazdı adam. Nasılını sormadı kadın, sormazdı.

Hemen siyah-beyaz televizyonu açtılar. Akıllarına henüz gelmişti. Kenan Evren konuşuyordu durmaksızın. Aralarda başka şeyler, yine Kenan Evren: "......Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur."

Günün ilerleyen saatlerinde evin içindeki tek ses olan televizyondan yasaklar sıralanmaya başladı. Akşam olmak üzereydi. Televizyondaki seslerin verdiği bilgilerin dışında hiç bir şeyden habersizce oturup beklediler....beklediler.... beklediler.... O saatlerde ülkenin birçok evinde bekleyen, birçok kadın ve erkek gibi.

Hava karardığında bir tedirginlik aldı ikisini de. Kadın bir şeyler hazırlamak istedi yemek için. Adam “Bırak,” dedi.. Yakınlarında oturan "Sultan teyzeye gidelim." Kadın ürktü. Sokağa çıkma yasağı vardı. Şimdi durup dururken, hala gelmemişlerdi de... Kendi kendilerine mi ellerine düşeceklerdi? Aklından geçenleri söylemeyi denedi, adam diretti. "Bahçelerden geçeriz!" Gençlik ve ne yapacağını bilememezlik. "Olur," dedi kadın, çıktılar evden. (Sonraları hep bu ‘olur’u düşündü kadın. Bir olur belki de hayatını değiştirmişti.) Bahçelerden atladılar ve caddenin asker olmayan bir kısmından karşıya geçerek, vardılar gidecekleri eve. 7-8 dakika sürmemişti. Şaşırdı evdekiler, sokağa çıkma yasağında nasıl geldiklerini, merak ettiler ama sevindiler de. Onlar da evde ana- oğul ve bahçe komşularıyla oturup, tedirginlikle bekleşiyorlardı. Neler olacağı, ne yapacakları gibi şeyler konuştular ürkek, tedirgin. Tüm kapılar kapalı, pencerelerin perdeleri çekiliydi. Gece yarısı olduğunda kadın ve adam kalktı. Geldikleri yerlerden geçerek evlerine ulaştılar. Her zaman olduğu gibi kapıyı açtı kadın. Eve girdiğinde bir değişiklik hissetti. Başka bir koku, başka nefesler… Sanki birileri dolaşmıştı evde. Tam böyle düşünüp, etrafta değişiklik var mı diye bakarken, kapı çalındı gümbürtüyle... Ürkerek birbirlerine baktılar. Dışarıdan gelen ses, alt katta oturan, adamın abisine aitti. "Nerdesiniz be oğlum, sizi aradılar!"

-Kim?

-Polismiş.

-……..

-Siz akşam üzeri evdeydiniz, ben de evdeler, dedim.

-………

-Açsana kapıyı oğlum!

Adam kapıyı açıp, dışarı çıktı. Dışarıda konuşmalar... Ağabey içeri girmedi. Hiç girmezdi zaten. Hiç konuşmazdı kadınla. Geri döndü erkek.

“Biz çıktıktan sonra gelmiş polisler. Abim evdelerdi, deyince de ‘o zaman saklanıyorlar, kapıyı açmıyorlar,’ deyip kendileri açmış kapıyı. (Demek ki kadının eve girdiğinde hissettiği değişiklik ondandı. Ama pek bir özenli davranmışlardı. Hiç bir karışıklık yoktu. İlk saatlerin acemiliği olsa gerek.) Abim de gelmiş arkalarından bütün odalara, banyo-tuvalete bakmışlar. En çok da mutfağın, aşağıdaki kümesin üzerine açılan büyük camıyla ilgilenmişler, sonra da gitmişler. "

Kadının bir arkadaşının ismini söylemişler, gelip gelmediğini sormuşlar. Bilmem, demiş ağbi, tanımam.

Oturdu kadın. Oturdu adam. Beklemeye başladılar…Tik-tak, tik-tak......

Gece, sabaha dönmeye başladı. Sokakları çıkmaz sokaktı. Bir araç geldi gürültüyle, durdu. Durdu saatin tik-takı...

Durdu sanki yürekleri... Kapılar açılıp kapandı... Pat pat birileri indi. En fazla birkaç dakika... Rap rap rap birileri yürüdü, kapıların açılıp, kapanma sesi... Gürültüyle gitti araç.. Çalınan kapı onlarınki değildi. Sadece kendini düşünmenin anlık rahatlığıyla, tutulan nefesler bırakıldı.

Bir ‘olur’, bir anlık kararlılık onların hayatını bir başka tarafa taşımıştı belki de. Ama aynı saatlerde binlerce insan bir karanlığa, bir bilinmezliğe doğru gidiyordu. Birçoğu çıkamadı karanlıktan, çıkanlarınsa hayatları hiç eskisi gibi olmadı. Hep bir tarafları eksik kaldı, hep bir tarafları yaralı...