Hükümet temsilcileri gün geçmiyor ki yeni icat çıkarmasın. Bizi daha ileri götürmeye, daha çok korumaya, kollamaya, sevmeye, gözetmeye çalışıyorlar herhalde. Malumdur yetkililer her daim bizim için iyi olanı düşünür. Hatta yeni müfredattaki hali ile söyleyelim; erdem-değer-eylem modeli ile çocuklarımızı da saygılı, sorumluluk sahibi ve adil bireyler olarak yetiştirirler. Buradan bakınca hükümet bizim için çok çalışıyor gibi, değil mi? Yorulmuyorlar mı acaba demekten kendimi alamıyorum. Çünkü ben her yeni uygulamayla ne yapmak istediklerini daha anlayamadan bir yenisi ile karşılaşıyorum. Selamlaşıp tanışamadan bakıyorum; anayasada, rejimde, internet paketimde, yatak odamda (3 çocuk mevzusu dün gibi aklımda) değişimler almış başını gitmiş. Valla bu ne hız dedirten cinsten bizimkilerin becerikliliği.

Durduk yere yapmıyorlar tabi bunu. Biz, kendimiz için hangisi daha hayırlı bilemiyoruz. Nasıl bilelim? Bu kadar hızlı, becerikli de değiliz. Onlar da bizi çok sevdiğinden bunları yapıyor. Hep bizim iyiliğimiz için. Düşünsenize cennette gibiyiz. Biz neye ihtiyacımız olduğunu dile getirmeden hatta fark etmeden bizi bizden çok seven, düşünen birileri, bizlere daha huzurlu bir yaşam sunabilmek için gece gündüz çalışıyor. Her konuda da yetkinler, ekonomi, tarım, eğitim, bilim…  Hakikaten cennette gibiyiz, kıskanılası.

İşin acı bir boyutu da ne yazık ki, benim gibi bazı kişilerin bunlara tepki göstermesi. Asıl akıl almazlık da burada başlıyor. Zaten ne olduğumuz belli değil, kendimize hayrımız yok, ne iyidir ne kötüdür düşünemeyiz, bu toplumun sorunlarını dert edemeyiz, -etsek de vatan haini ilan ediliriz maazallah- bunları bizim adımıza düşünen, çalışan, yapan birilerine de karşı çıkarız. Yahu bize ‘deli’ derler, demezler mi? Ruh sağlığı uzmanlarından bir komisyon oluştursalar:

  - Efendim tüm iyi niyetimizle gece gündüz demeden insanların iyiliği, refahı için uğraşıyoruz. Ama her yaptığımızı kötü niyetli yorumlayan, güvensizlik ve kuşkuculuk gösteren birileri var, deseler. Hakkımızdaki bu iddialar sonucunda vatan hainliğinin yanına bir de paranoid kişilik bozukluğunu kolumuza takıp çıkarız komisyonun huzurundan.

Neyse henüz öyle bir komisyon kurulmadı, farklı biçimde mahkemeler yapıyor bu işi. Son zamanlarda dikkatimi çeken diğer bir konu da benzer tartışmalara yol açtı ve bu uzun girizgâhı hep karşıt olma diyen iç sesimin hatrına yazdım. Yüzyılın Maarif şeysi…

Sanmayın ki, bu yenilikçi haller halkı daha fazla önemsemeye başlamaktan kaynaklanıyor.

Seçim sonucu falan da durduramıyor bu yetkilileri. Halkın ne dediğine kulak vermeyenin demek ki derdi halka değil başkalarına yaranmak. Yoksa işin uzmanlarına danışırsın, komisyonları bilimsel ilkelere uygun kurarsın… Müfredatın oluşumu ve içeriğini eğitimci arkadaşlara bırakıyorum. İçerik inci taneleri ile dolu ve özel bir muameleyi hak ediyor.

 Sormadan edemiyorum. Amacı sadece çocukları; bir ayağı geçmişte, bir ayağı geleceğe kapılar açan, erdemli, değerli yetiştirmek olan yüzyılın modeline benim bu kadar tepkim neden?

Yüzyılın modeli, çocuklara iyi bir gelecek verecektir kuşkusuz, bunu anlamak için adına bakmamız yeterli değil mi? Yüzyıl tıpkı Cumhuriyet gibi 100 yıl. Tabi o yüzüncü yıl, tam uyduramamışlar.

Sadece adına değil içeriğine de baktığımızda daha çarpıcı bir şey ile karşılaşıyoruz.  Bir şeyin ismine bakıp karar vermemiz doğru olmaz haliyle, kaldı ki isim konusunda geçmişimiz şahanelerle doludur bakınız hayata dönüş operasyonu. Taraf tutmuyorum bakın her tarafa vuruyorum. Malumunuz toplum üreme ile değil bölünerek çoğalıyor, mecbur konum bildiriyorum.

Bu isimlerin kabuğunu soyup üzerine öyle konuşmalı. Ben de bu müfredatı biraz inceleyince ona uygun ismin “İlk Biz Bulduk Müfredatı” olması gerektiğine kanaat getirdim. Ecdadın savaş tarihinin, azametinin ekmeğini yedik, bitirdik. Yeni bir şey bulalım, biraz da onu kemirelim, der gibi. Tabi bu bulduğumuz şey cemaat ve tarikatlarla imzaladığımız protokollere de hizmet edecek zemini hazırlasın.

Teknoloji çağındayız, yapay zeka her gün bizi hayrete düşürmeye devam ediyor. Böyle bir zamanda çocukların ya da gençlerin evrensel bilgiden uzak tutulması imkansız. O halde niye yapıyorlar bunu diyorum? Cemaat ve tarikat pazarlığının yansıra ikincil hedeflerde olabilir mi diyorum? Gençliğin dili ile kafamda deli sorular…

Bir yandan hedeflenen şeyin, kendi istediği gibi bir nesil yetiştirmenin yanında yeni kutuplaşma alanları açmaya da hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu düşünceyi zorlama bulabilirsiniz ancak son 20 yıldır hem iktidar ve muhalefet cephesi hem de onun dışındaki tüm yapıların bu dinamik üzerinde inşa edildiğini görüyoruz. Hep bir öteki, hep bir kötü üzerinden kendini tanımlama ve konumlandırma. Konumlanma biçimimize göre orada duran şeyin nasıl farklı algılandığını en basit algı deneylerinden biliyoruz. Ve iktidar her zaman toplumu bu kutuplaşma üzerinden dizayn ederek iktidarını meşrulaştırdı.

İlk biz bulduk müfredatı, önce dilimizde bir değişimi hedefe koymuş gibi. Yeni müfredat; belli ünitelerin içeriğinin değiştirilmesi ya da kaldırılması ve yeni içeriklerin de bütünsellikten uzak, birbirinden kopuk, bilimsel düşünce sistematiği kurmaya izin vermeyen şekilde biçimlendirilmiş. İçeriklerdeki en çarpıcı tutarlılık -ki bu hedeflenen şeye dair bir ipucu niteliğindedir- bilim insanlarının islam dünyasından olması. Hemen burada refleks olarak İslam dünyasına ait bilim insanları yer almasın mı gibi bir tepki doğabilir. Aman ha bilimsel düşünceden, evrensellikten, bütünlükten bahsediyoruz. Müfredat içerikleri ne batı dünyası- islam dünyası gibi anlayışlardan yalnızca birini içermeli ne de de belli devlet ideolojisine yönelik içeriklerden oluşmalıdır. Karşı olduğumuz hem tek tip hem de çarpık bir anlayışa hizmet eden ve ne bilimselliğin ne de eğitimin ilkelerine uymayan müfredat içeriğine yöneliktir. Evrensel ilkelere ters düşen bu eğitim modeli ile yetişen çocukların her geçen gün değişen koşullardaki dünyada nasıl varlık göstereceği ise kocaman bir soru işaretidir.

İlk biz bulduk müfredatının dilimizde yaratacağı bilme hali, algı ve tutumlarımızı da etkileyecektir. Ecdadımız söyleminin yaslandığı bilme ve yapma halinin bilimsel düşüncenin ortaya konulmasında karşımıza çıkması kaçınılmaz olacaktır. “Bilmek yapmak, yapmak bilmektir.” Bilme hali bizim dışımızda cereyan eden bir şey değildir. Önce adını koyduğumuz “ilk biz bulduk” kelimeleriyle zihnimize düşen “bilgi” algılarımızı ve eylemlerimizi şekillendirir. Ve her birimizin algısı ve davranışlarımız yeni bir dünya yaratır. Bu şekilde siz-biz konumlanması ile dünyada da kendimize karşıtlık üzerinden yer bulup, kendimiz çalıp kendimiz oynamak istiyorsak o ayrı, biz buldukçu nesille de ancak o mümkün olur.

 Hem düşünce süreçlerimizi hem davranışlarımızı etkileyen şeyin başlangıç noktası dilimiz ise bazı şeylerin sadece adının değişmesine yüksek sesle karşı çıkmalıyız. Yoksa bu değişim beraberinde alışma ve normalleşme getirecektir ve normalleşme de zamanla eylemimizde geçerli olacaktır.

Doğal varlıklarımızın talanı, ülkenin zenginliklerinin yok edilmesi, iş cinayetleri, hukukun tanınmaması gibi artık gündelik deneyimlerimiz haline gelen iktidar uygulamaları ile yüzyılın maarif modelinin kazanımları arasındaki saygı, sorumluluk ve adalet birbiri ile bağdaşmamaktadır. Eğitimde esas olan model olarak öğrenme ilkesini muktedirler benimser ve ülkenin tüm yönetim organlarında uygulamaya koyarsa daha hızla kalkınacağımız kesin, tabi amaç buysa.

O yüzden geçin bu işleri beyler, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz bir de eskilerin bir lafı var, gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz!