Geçen yazıda arzu ne menem bir şey, onun etrafında dolanmaya çalışmıştım. Öyle bir konu seçmişim ki, yaz yaz bitmiyor, yeni konu bulma konusundaki tembelliğimi gizliyor, başlık bile bulmak zorunda kalmıyorum öyle kullanışlı öyle güzel…

Bastırılmışın geri dönüşü, bastırılan her şey geri döner dediğimiz bir tez var bizim alanda. “Bastırılanın Geri Dönüşü” çok heybetli değil mi? Bende; başka diyarlardan, çok uzak, bilinmeyen yerden gelen hatta karanlık bir şey... Meslek hastalığı olsa gerek bu bilinmezliklere bir merak bir muhabbet duymam. Bugün bireysel olandan dem vuracağım ama işin toplumsal tarafını da merak edenler için Nurdan Gürbilek’in “Vitrinde Yaşamak” isimli denemesini okuyabilirler. Kültürel dönüşüm üzerine düşünmek için lezzetli bir okuma olacaktır. Bireysel olana geri dönecek olursam, arzular vardı ya hani konuştuğumuz bunlar dile gelmediğinde, su yolunu bulamadığında neler oluyor? Soruyu sorup cevabını verip bitirmeyi sevdiğimi ilk seferde de belirtmiştim. Cevap: Nur topu gibi semptomcuklar!

Fransızca kökenli bir kelime olan semptom, Türkçe de belirti olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamıyla bize bir ipucu, işaret çağrışımı yapabilir. Bu semptomlar yani belirtiler üzerinden sorunun ne olduğuna ulaşabileceğimizi düşünürüz. Yüksek ateş, öksürme, aksırma gibi belirtilerle hangi hastalığa yakalandığımızı teşhis etmeye çalışırız. Peki psikolojik semptomlar söz konusu olduğunda nasıl bir tablo çıkar karşımıza?

Aslına bakarsanız, semptom özel ya da gizli olan içeriğin aşikar olmasıdır. Savunmalarımızla ötelemeye çalıştığımız içeriğe dair bir şeyler su üstüne çıkmıştır. Freud “tekinsiz bulduğumuz her şey bizi istisnasız her zaman bastırılmış tanıdık bir şeye götürür.” der. Nedir bu tanıdık olan şey? Yasak olan, kaygı veren, korkulan bir şey mi yoksa istenilen, arzu duyulan bir şey mi? Arzu ile yasak arasında kaçınılmaz bir yakınlık vardır. Ve arzumuzun şiddeti ne derecede ise yasağın şiddeti de o derecede ağır olacaktır. İnsan, semptomların şiddeti, yükü -ne derseniz deyin- taşınamayacak olduğunda ya da semptomu ile kurduğu ilişkide bir farklılaşma olduğunda terapiye başvurur. Taşınamama durumunu hepimiz anlıyoruzdur. Artık günlük rutinimizi veya yaşam kalitemizi olumsuz etkilemeye başlayan bir semptomun rahatsız ediciliği… Semptomla kurulan ilişki derken neyi kastediyoruz? Başta da söylediğimiz gibi semptom; mutlaka gizli olanın açığa çıkması, saklı olana dair bir ipucu demektir. Ve bastırılan temel meseleden ayrı olarak ufak tefek hazlarla bizi oyalar ve bizde karşılığında bir bedel öderiz. Dolaylı yoldan sağladığımız küçük hazzın bazen deri döküntüsü bazen göz kırpmak bazen bayılma gibi durumlarla cezasını çekeriz. Bu işlevi bazen iş görmez ya da bizi tatmin etmek yerine daha da huzursuz etmeye başlar, işte ilişkinin farklılaşması dediğimizde budur. Peki niye bu semptomları yaratıyoruz? İşimiz mi yok? Kendimize acı çektirmeyi seviyor muyuz?

Daha küçücük bir çocukken canımız yandığında ya da acı çektiğimiz her durumda hemen anne babamıza ya da bizi yatıştırabileceğine inandığımız bir yetişkine koşardık. Aslında bizi yatıştıracak olan şeyin onlar da olduğuna dair inancımız bunu yapmamızı sağlardı. Çünkü inanmak isteriz. İnsan inanmaya bağımlıdır. Arzunun ya da korkunun nesnesi yoktur derken de bunu kastediyoruz. Biz arzumuzun tatmininin ya da korkumuzun kaynağının o nesne olduğuna inanırız sadece. Psikanalitik açıdan yasak olan bir şeyi istemenin gizli yolu olan semptom, bir şeyi tamamen görünür kılmak yerine onu bilinir kılma isteğimizin göstergesidir. Açık edilemeyen bu istekler çoğu zaman beden tarafından her birimizde farklı şekilde dile gelir. Psikosomatik rahatsızlıklar kendimize bile söyleyemediklerimizin somatik yatkınlıklarımıza göre bedenimizde belirmesi ve aşikar hale gelmesidir.

Semptomdan Arzuya

İnsanlar semptomlarla terapistlere başvurular. Korktukları, tiksindikleri şeyleri yok etmemizi isterler. Semptomlar bilgi kaynağıdır. Terapist semptom uzmanı değildir. Semptom terapide, yeniden faklı şekilde tanımlanır, danışanın diline tercüme edilir. Terapide söylenenlere karşı bir anımsama hissederiz, bize tanıdık gelir. Çünkü söylenen yeni bir keşif değildir, bizden olandır. Arka odaya gönderdiğimiz o misafir bizden başkası değildir ve terapide onu tekrar salona davet ederiz. Tıpkı içgörü kazanarak kendimizle tanışmamız gibi semptomlar da bu tanışma ilişkisini başlatan insanın kendini tanımlamasına yardımcı olan şeylerdir. Bu sayede kendimizi tanışıklığı artırıcı cümleler kurabiliriz. Neler yaparız, nelerden hoşlanırız, nelerden hoşlanmayız, korkularımız, beklentilerimiz vs.

Arzu varsa yasak da vardır dedik. Bu arzunun bir yanının dile gelebilir bir yanının ise her zaman yasak olduğu anlamına gelir. Bu da bize her arzunun ikiz değerli olduğunu söyler. Bize en itici gelen şey bazen en cazip geleni gizlemek için yaratılmıştır. Yani en uzak olanın en yakın olması, en çok keyif verenin en çok acı veren olması gibi. Semptomlar da her zaman tek bir şeye hizmet etmez. Birçok amacı içinde barındırır. Yani bir yandan annemize bağımlılığımızı sürdürmemize hizmet ederken bir yandan da ondan ayrışma isteğimize ve bu durumların bizde yarattığı korkuya, endişeye aynı anda hizmet edebilir. Bu tarafıyla semptomlarımızın kendi kendimizi tedavi etmeye hizmet ettiğini de söyleyebiliriz.

Hatırlayamamanın ve şu an araştırmaya üşenmenin sıkıntısını yaşasam da, değinmeden edemeyeceğim. Galiba, Adam Phillips –Dehşetler ve Uzmanlar’da rastlamıştım. Freud’a göre insan olmak, kendi kendine yabancı olmaktır. Ve sürekli kendinle farklı biriyle tanışır gibi tanışmaktır. İnsan kendi ruhsallığını onaylayabilmek için kendisini bir yabancıya dönüştürür. Bu bir zorunluluktur. Freud, bu kendine yabancılaşma durumunun bizi inkar ettiklerimizle tehlikeli bir yakınlık kurmaktan koruduğunu söyler. Semptomlarımız ruhsal anlamda bizi zahmete sokuyor gibi görünse de anlaşılan o ki ruhsal bütünlüğümüzü koruma işlevi de taşırlar. Psikanaliz, konuşarak yaptığı bu anlamlandırma (içgörü-tanışma) sayesinde ruhsallığımızı korumak adına yaratılan semptomların içerdiği özel bilgiyi katlanılabilir hale getirir. Semptomların izini sürerek arzularımıza ulaşabiliriz. Her zaman çok görünür ya da ilişkili görünmeyen neden ve sonuçlarla karşılaşabiliriz.

Tekvin 2:16-17 “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Benim kavrayışımla mükemmel olan bahçeden bilme arzusu ile kovulduk, cezamız insan olmak.