Önce bir hikaye anlatayım.  Bu yaz feyzde geziniyorum karşıma Cenk’in “Mutluluk Hakkı” yazısı çıktı. Okudum tabi. Yıllar önce bu konu hakkında yazdığım bir yazı geldi aklıma hemen Cenk’e attım watsaptan. Sonra aldım başıma belayı yaz da yaz da yaz. İşte böyle buralarda cirit atmaya başladım. Yok yok bunu anlatmayacaktım. Ciddiyete geçiyorum. Cenk ile konuyu farklı yerlerden yakalamışız doğal olarak. Adam benim gibi değil, ben ne kadar bireysel yerden ele aldıysam o da toplumsal olandan dem vurmuş. Memleketin haline kafa yoranla yormayan bir olur mu hiç diyerek kendi sahama çekiliyorum. 

 Mutluluk;  TDK sözlüğünde “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak tanımlanmıştır. Mutluluk; bir duygudur.  Duygudan bahsediyorsak ruhsallığın alanına girmişiz demektir. Ruh sağlığını da, kişinin kendi iç dünyasının dış dünyayla, diğer insanlarla uyum ve denge içinde olmasıdır, diye tanımlayabiliriz. Freud, ruh sağlığını “sevmek ve çalışmak” olarak tanımlar. Kendini ve çevresindekileri sevme kapasitesine sahip, çalışabilen, yaptığı çalışmadan keyif alabilen, üretebilen, paylaşabilen insanın ruh sağlığı bir denge ve uyum içindedir. 

Nasıl bir hayat yaşamak istiyoruz? Neyin peşinden koşuyoruz? Çoğumuzun bu geniş soruya vereceği cevapta geniş ölçüde “mutlu olmak” olabilir diye düşünüyorum. İnsanın davranışlarının temelindeki amaç mutluluktur. Sürüklendiğimiz ya da sürüklediğimiz yaşamlarda koşulsuz mutluluk istemek ütopyaya benziyor. Bir nevi imkansızı istiyoruz. Demek ki bunun mümkün olabileceğine dair bir inanç var içimizde. Ülkeler, devletler, dinler, siyasi ideolojiler, yönetim biçimleri vs. insanın bu temel amacını daha iyi sağlayacaklarını söylediler. Mesela dini öğretilere bakacak olursak hepsinde sonsuz mutluluk vaat edildiğini görürüz. Bize en tanıdık gelen haliyle “cennet” diyebiliriz bu sonsuz mutluluğa. Her insan için arzudur cennete kavuşmak. Bu sonsuz mutluluğa erişmek için gösterilen çabanın kendisi insanı mutlu eden bir araca dönüşür. Ya da siyasi ideolojileri düşünelim, her biri insanların refahı, huzuru için farklı önermeler sunarlar. Her birimiz de bunun yanında kendi mutluluk tasavvurlarımızla ilgili bir yolculuk halindeyiz.  Bu yolculuk bazen maddi bazen manevi bazen de her ikisi gibi farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. 

Hayattan istediğimiz şeyler ne kadar farklı olursa olsun ortak olan bir şey var ki hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Ruh sağlığımız denge ve uyum içindeyse mutluluğa erişebileceğimiz araçları oluşturabiliriz. Bu her zaman söylendiği kadar kolay olmayabiliyor. Canlı olan bir bedenimiz var ve canlı olduğu sürece de her türlü fiziksel sorunla karşılaşma ihtimali var. En basit haliyle mevsim değişikliğinden kaynaklanan iyi ya da kötü hissedişlerden, en yakınımızı kaybetmenin verdiği dayanması güç acılara kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkan durumlar bazen fiziki hastalıklardan daha derin sorunlar ortaya çıkarabilir. İçinde bulunduğumuz koşullar ruh halimizi etkiler ve yakın çevremizle olan ilişkilerimiz, işimiz gibi konularda bundan olumlu ya da olumsuz etkilenebilir. Fiziksel, çevresel etkenler gibi yaşam olayları ruhsallığımızı etkilediği için hayatımızın akışını belirleyenin de ruhsallığımız olduğunu söyleyebiliriz. 

1776 yılında ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde şu sözler yer almaktadır. “Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine inanıyoruz.” Hayat, özgürlük, mutluluğu aramak geri alınamaz haklarımız ise bizler bu hakkımızın olduğunun ne kadar farkındayız ya da bu hakkımızı ne kadar kullanıyoruz. Mutlu olmak, ruh sağlımızı korumak, hayatımıza sahip çıkmak, kendimizin değerli olduğunu bilmek. Ve bunları olumsuz etkileyebilecek her türlü durumla baş edebilmek. 

İnsan haklarının ihlallerinden bahsediyoruz, her gün buna örnek sayılabilecek durumlara şahit oluyoruz. İnsan hakkının ihlalinin olduğu yerde insanın ruh sağlığı hakkı, mutlu olma hakkı da ihlal ediliyor demektir. Genelde şahit olduğumuz bu tarz durumları içinde bulunulan koşulların değiştirilmesi ile değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Ancak yukarıda da bahsi geçen mutluluk, denge, uyum ya da huzurdan söz ediyorsak sadece koşulların değişmesi yeterli olmayacaktır. Her birey birbirinden farklı olduğuna göre her birimizin ruhsallığı ve ruhsal sorunlarla baş etme şekilleri ve gücü de farklıdır. Uzun süre şiddet görmüş bir kadının koşulları değiştiğinde ruh sağlığı yerine gelmiştir diyebilir miyiz? Ya da cinsel istismara uğrayan biri bu durumdan uzaklaştırıldığında?

Dini öğretilerin en büyük ödül olarak sunduğu, insan haklarının temeli olan mutluluğu aramamızın önünde engeller neler? Bildirgede yer alan sözü hatırlayın, yaratıcıları tarafından verilen geri alınamaz haklar. İnandığınız en kutsal şeyden bile daha güçlü olan bu engel ne? Ruh sağlığımızı korumak, mutlu olmak için adım atmamıza; ailemiz, çevremiz, toplumdaki yargılar, maddi gücümüz belki de sadece kendimiz engeliz, bilemiyorum. 

Bu bildirge ilan edildikten sonra da Amerika’da siyah -beyaz ayrımcılığı, kadın-erkek eşitsizliği gibi sorunlar çözüme kavuşamadı ve uzun yıllar devam etti. Bildirgeyi ilan edenlerden Thomas Jefferson’ın dediği gibi “ bir toplumun yaşayışında bir ideali tamamen gerçekleştirememiş olması, bu ideali değerden düşürmez.” Çile çekmenin, boyun eğmenin, katlanmanın erdem sayıldığı bir toplumda yaşayan bizler mutluluğu bir hak olarak görüp bunu elde etme çabasına girişirsek layık olduğumuz şekilde yaşayabiliriz.

We The People’ (‘Biz İnsanlar’) ifadesi, tarihteki ilk anayasal demokrasiyi kurmak üzere 1787 Mayıs’ında Philadelphia’da toplanan Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunu ilan eden anayasanın ilk üç kelimesidir.