İnsanlar birbirlerinden korkmasalar, bu kadar zalim olurlar mı, bu kadar birbirlerinin böylesine kuyularını kazar mı, insan öldürürler mi, birbirlerine böylesine kıyar, köle eder, sömürürler mi, birbirlerinin sırtına binerler mi, aşağılarlar mı, delirirler mi, sevmeyi, sevişmeyi böylesine unuturlar mı, uzattıkları el böylesine buz gibi olur mu, düşünebilme yeteneklerini böylesine yitirirler mi, öykünürler mi, durmadan ölümü düşünürler mi, ölümü düşünmenin boşluğunun farkına varmazlar mı, bastıkları yeri göremeyecek kadar üstümüzdeki gökten, altımızdaki topraktan, yıldızlardan, sulardan, çiçeklerden, dağ başlarından, ışıktan böylesine bihaber kalırlar mı, sevgisiz, sevisiz, dostluksuz yürekleri sıcacık, bir sevgili, bir dost yüzü için, bir kuş gibi çırpınarak çarpmadan olur mu?
Yaşar Kemal, ”Deniz Küstü

İnsanlar birbirinden korkmasa bu kadar zalim olmazlar elbette. Ancak akıllara durgunluk veren bir gazete haberi, zalimliği ortaya koyuyor ama korkunun zalimliği mi yoksa sadece zorbalık mı doğru okumak gerekiyor!

İstanbul Pendik'te, Dumlupınar Mahallesi'nde bulunan bir sitenin parkında bayramın birinci gününde yaşanan olay şöyle meydana geldi. Demircan Ailesi'nin 7 yaşındaki kızları Hiranur arkadaşlarıyla birlikte öğle saatlerinde oturdukları sitenin çocuk parkında oyun oynuyordu. Sitenin hemen karşısında bulunan binada oturan B.B çocukları 'gürültü yapmayın' diyerek uyardı.

Çocukların parkta oyun oynamaya devam etmesi üzerine iddiaya göre B.B oturduğu dairenin camından silahla havaya ateş etti. Silah sesi üzerine parktaki çocuklar sağa sola kaçmaya başladı. Hiranur bu hengamede yaralandı . Hastanede yapılan muayenede merminin kemiği delip küçük kızın ciğerine 2 santim kala durduğu anlaşıldı.

Olaydan birkaç gün sonra olay basına yansıdığı için zanlı tutuklanıp cezaevine gönderildi.

Genç bir adam eve sabaha karşı yorgun argın geliyor; bayram nedeniyle çok yoğun bir gece geçirmiş; ve parkta oynayan çocuklara gürültü yaptıkları için bağırıyor. Çocukları parktan kovuyor. Oyunlarına devam eden çocuklar genç adamın sinirini bozuyor; ve pencereyi açıp oyun bahçesine doğru rast gele ateş açıyor. Kasıt; çocukların sesini kesmek için çocuk öldürmek.

Bu haberin neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

Kuaför olan genç bir adamın evinde niçin silah var?

Zanlı karakoldan sonra o gün nasıl serbest bırakıldı?

Çocuk bahçeleri neden yeteri kadar korunaklı değil?

Çocuklar çocuk bahçelerinde güvende değilse nerede güvenle oyun oynayacaklar?

Bundan sonra ebeveynler çocuklarını parklara nasıl korkmadan yollayabilecekler?

Ama hepsinden öte 7 yaşındaki bir çocuğun yaşadığı travma. Kendini hiçbir yerde güvende hissedemeyeceği olgusu. İçinde yaratılan büyük korku dünyası…

Bu durumda ebeveynler çocuklarını nerede güvenle oynatabilecekler? Şu an için hiçbir yerde.

Savaş zamanı masum halka-ki bunlar çocuk ve kadınlardan oluşur- ateş açmak suç sayılıyorken, bir afet anında ilk önce çocuklar ve kadınlar korunaklı bir yere gönderiliyorken, batan gemiden önce çocuklar ve kadınlar kurtarılıyorken, nasıl olur da genç bir adam gürültü yaptıkları için çocuklara ateş açar?

Gelinen ve içinden çıkılması neredeyse imkansız hale gelen durum işte tam da burada. Hoşgörüsüz, mutsuz, korku dolu, yaşadığı topluma, kendine ve geleceğe inancı olmayan bireyler kontrolsüz davranışlar sergiler. Ve bu davranışlar zamanla boş vermişliği ve beraberinde nefreti getirir. Aslında o genç insana da bunu yaptıran kendi korkularıdır. Yaşadığı hayata karşı korkularıdır onu bu kadar acımasız kılan. Gelecek korkusu, yaşama korkusu, birey olamama korkusu, hayatına müdahale edilme korkusu. Kendi korkuları için şiddete başvuran insanlar başka bir insanın hayatında kocaman bir korku boşluğu yaratırlar. Şiddet kolayca başvurulan bir davranış şekline dönüşür. Bağışlanamaz ve geri dönülemez hatalar yaptırır.

Toplumu korku toplumu haline getirdiğiniz zaman nefret ve öfke insanların arasında oldukça serbest dolaşır. Yaşadığı, yazdığı, söylediği şeylerden korkan insanlar başkalarını kendi hayatlarına tehdit olarak algılar. Ancak öfke tepkileri anidir ve bilişsel boyutu kolayca değişir, oysa nefretin bilişsel yönü kronik ve kararlıdır. İşte bu durumda da gazetede, parkta oyun oynadığı için vurulan çocuğun haberini okursunuz, ses yaptığı için komşusunu ve komşusunun babasını öldüren insanlarla karşılaşırsınız, iyileştirdiği hasta yakını tarafından başı parçalanan doktorun dramını görürsünüz, okul müdürüne kafayı takan çocuğun, müdürü pompalı tüfekle öldürdüğünü duyarsınız…

Ve devletin birinci görevi olan adaleti, insanların vicdanlarına bırakırsanız halkı daha büyük korkulara ve nefrete gebe bırakırsınız. Çünkü inanın kimse Hz. İsa gibi demeyecektir:

“İlk taşı hiç günahı olmayan atsın(!)”