Bir fotoğraf geliyor gözümün önüne. 7 yaşındayım, siyah önlüğüm ve beyaz yakamla bir resmi geçitteyim.  Dudaklarımı ısırıyorum sanırım adımları karıştırmamak için ekstra özen gösterdiğimdeki refleksim bu. Küçükken öyle bir çocuktum: Yanlış yapmaktan çok korkardım. Büyüdükçe herkesin yanlış dediği şeyin benim doğrularım olduğunu fark ettim ya neyse. Başım önde. Belli ki gerçekten adımlarımı sayıyorum. Bir de sanırım el yapımı botlar da rahatsız ediyor beni. Çünkü herkesin ayağında fiyonklu babetler varken benim ayağımda kenarları demirli botlar var. Yine burkmuşum ayağımı.

“Bugün 23 nisan … Neşe doluyor insan” şiiri bu fotoğrafa pek uymuyor; çünkü o fotoğraftaki kızın şimdi sol mu şimdi sağ mı diye diye canı çıkıyor büyük olasılıkla .  Büyüdüğümde bu resmi geçitlerin bir çocuk bayramı havasından çok bir resmiyetin havası olduğunu düşünüp bayramların karnaval havasına dönmesi için çaba sarf ettim yıllarca. Her resmi toplantıda dile getirdim bunları. Ve her 23 Nisan’da çocuklarla çılgınca eğlenebileceğimiz aktiviteler yaptım. Bir çocuk gibi düşünmeye çalıştım hep. Ben bir çocuksam benim bayramımda şehrin en büyük caddesinden ikili sıralar halinde rap rap geçmek de neyin nesiydi,diye düşündüm. Ama bugün o fotoğraftaki kızın halini özlüyorum. Ve o hali özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.

23 Nisan dolayısıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Pardon özür dilerim: Pandemi dolayısıyla... Ama sağ olsunlar yetkililer çocukları unutmadı. Bir kamyonunun arkasında dört beş  delikanlı, birinin elinde mikrofonla  kamyon mahalle aralarını bile dolaştı. Çocuklara oyuncak dağıttı. Arkasında da başka bir araba kameraya çekti. O kameranın sebebini anlamadım. Daha sonra kendileri izlemek için sanırım. Çünkü o görüntüleri ve bu kepazelikleri birine seyrettirmeyeceklerini umuyorum. Çocukların bayramını kutladı mikrofondaki. Tabi pencereden gören çocuklar sokaklara döküldü ve onlara “Evlerinize dönün!” diye seslendi mikrofondaki. Biz “Sizler için varız!” dedi. “Sizin için buradayız!” dedi. Bir kadın gördüm sokağın başında. Koşa koşa kamyona  yetişmeye çalışıyor.  O kadar hızlı çıkmış ki evden baş örtüsünü, üstünü başını yolda düzeltiyor. Belli ki çocuğu görmüş pencereden kamyonu. Ve hediye, diye tutturunca annesi canhıraş bir şekilde koşuyor zavallı kadın. Kamyon yavaş yavaş ilerliyor bu arada. Çocuklara sesleniyor delikanlı, diyor ki :“Evinize dönün. “Ama bu arada sokağa dökülen çocuklara hediye dağıtıyor. Çocuklar hediye almanın sevincine  mi kapılsınlar  delikanlının evine dönün ısrarıyla panik mi yapsınlar bilemiyorlar. Kalakalıyorlar yolun ortasında. Kadının yetişip yetişmediğini bilmiyorum; çünkü daha fazla izlemeye yüreğim dayanmadı. Bir kralın fakir halkına  ekmek atmasına benziyordu bu durum. Biz çocukken  oynayan ayı, pamuk şekerci ve macun için sokağa dökülürdük. Paramız yettiğince izlerdik ya da alırdık. Sonra oyunumuza dönerdik. Bir burukluk olmazdı gözlerimizde. Çünkü sokaklar bizimdi ve dilediğince oynayabileceğimiz oyun alanlarıydı. Biri bize hem hediye verip hem de hediyeyi aldığımız için pişman etmezdi bizi sokağın ortasında.  Neydi şimdi bu? Her evin kapısına bir paket bırakmak çok mu zordu? Çocukları dışarıya davet edip sonra  evinize dönün diye bangır bangır bağırmak neydi gerçekten?

Her çocuğun yüreği bir buzdağıdır. Size gösterdikleri buzdağının görünen kısmıdır. Altında çok daha büyük bir kütle vardır. Çocuklar üzüntülerini, sevinçlerini, özlemlerini, sevgilerini hiç çıkarsız söylerler ve gösterirler; ama emin olun hissettikleri çok daha büyük ve çok daha sancılıdır. Bunu kendi çocukluğunuzdan bile bilirsiniz. Bir aile bakanının 10 yaşındaki bir çocuğu 23 Nisan dolayısıyla kendi koltuğuna oturtması ve ondan sonra o çocuğa ramazan dolayısıyla çikolata vermemesi ve sonra çocuğun koruma altında olduğunu söylemesi… Nutkunuz tutulmuyor mu gerçekten? Gerçekten oradaki her kimse o çocuğu oradan uzaklaştırmak için bir şey yapmıyor mu? Bakanın ağzını bağlayıp daha fazla konuşma demiyor mu? Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir çocuğu kaynar suya atan yaşlı cadının o çocuğu elinden almamaya benziyor. Buna müsaade edemez hiçbir yetişkin. Anladık dini vecibelerini yerine getiriyorsun. Bu çocuğu ne kadar ilgilendiriyor? Peki, tamam  çocuk da oruç tutuyor olsun, aile bakanı olarak ona hediye olarak bir kutu çikolata veremez misin? Hadi verme, söyleme bari. Neyin propagandasını yapıyorsun? Oruç tutuğunun mu ? Bu beni ne kadar ilgilendiriyor?  Ben Tanrı değilim ki? Ona yapmakla yükümlü  olduğun görevin beni niye ilgilendiriyor? Hepsini geçelim hadi geçemedik de çocuğun koruma evinde kaldığını 80 milyona ifşa etmek hangi anlayışın ürünü? Hangi çocuk koruma evinde kaldığı için gururludur? Hangi çocuk: “Çok iyi benim ailem yok. Babam da yok annem de, ne güzel işte hem devletin hem de bu koruma evlerindeki insanların vicdanına terk edildim ne güzel’” der? Çocuklar sizin stres toplarınız, kendinizi görünür kılmak için kullandığınız aletler, size karşı koyacak gücü olmadığı için her türlü istismarı edeceğiniz cansız varlıklar ve yapamadıklarınızı yaptırdığınız kurulu oyuncaklarınız değildir. Çocuklar bu dünyanın hazinesidir. Sizin gibi narsislerin elinde yaralanamazlar.

Gönül isterdi ki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının çocuklara hediye edilmiş tek bayram olduğuyla ilgili bir girizgah yapıp bir sürü özdeyiş sıralayalım. Gönül isterdi ki öyle bir yazı yazalım ki bütün çocuklar okuyup mutlu olsunlar. Çocuklar ne istiyorsunuz bizden sormaya korkar olduk şimdilerde. Bizi istismar etmeyin yeter cevabını alacağız çünkü onlardan. Bu yazıyı okuyan herkese de şunu söylüyorum : “Uzaktaki büyük suçun yakındaki küçük ortaklarıyız.”

O yüzden gerçekleri bütün çıplaklığıyla ve fütursuzluğuyla göz önüne sermek lazım. Edebi laflar etmeden, dilimiz dolaşmadan, korkmadan. Bir çocuk kadar cesur olalım mesela….

Kral çıplak diyelim ,yetmesin. Kral tacizci diyelim, kral zorba diyelim. Aslında bir krala da ihtiyacımız yok, diyelim. Krala kral gibi davrandığımız için böyle zorbalaşıyor diyelim…. Demezsek bir sonraki 23 Nisan’da bayramımızı kafamıza çalan, aman boş ver bayramı benden uzak dur yeter ki diyen, sen olma bayram da istemez, beni bu kadar tacizin ortasında bıraktıktan sonra şimdi konuşmaya hakkın yok diyen çocuklarla karşılaşıyor olacağız. Çocuktan işçi olmaz, gelin olmaz, dilenci olmaz, meta olmaz, eşya olmaz. Çocuktan sadece çocuk olur. Ve sen bir yetişkin olarak onu korumak, kollamak onu beslemek zorundasın. O, illaki senin çocuğun olmak zorunda değil. Senin bütün dünyadaki çocuklara karşı sorumluluğun var. Bu yüzden;

Sen ki insansın sözüm sanadır……