Dünyanın durumunu hayal etmek gerekir mi?

Michael Crichton’un romanından Steven Spielberg’ün çığır açan Jurassic Park uyarlaması, çok hatta çoktan da çok ilgi çekince doğal olarak devam filmleri geldi. Teknolojinin her şeyden daha hızlı geliştiğini biliyoruz, bu açıdan bakınca, Jurassic filmleri de gelişti, büyüdü, hızlandı, yaratıcı ekibin düş(ünce) gücüyle dünya çapında herkesi etkiledi. İlk filmin gösteriminin ardından, çocuklar, dünyanın bir yerinde bir dinozor türünün yaşadığını yemin billah iddia bile ettiler.

Son sürüm Dominion’un üzerinden üç yıl geçmişti ki, bu kez (başlarında Spielberg var) “Jurassic World: Yeniden Doğuş” çekildi. Birçok filmin aksine bu versiyonu ya çok sevildi ya da çok yerildi; arası yok, “eh işte” diyen olmadı.

Peki, Türkiye Jurassic World’ün neresinde?

Neresinde olacak, başından sonuna her yerinde… Görüntülerini, oyuncularını, mekânlarını (ya da bilgisayar tabanlı dekorlarını da), müziğini bir tarafa bırakalım önce. O kadar hareketli, o kadar heyecan ve merak dolu, o kadar nefes nefese bir film ki, onları görmüyorsunuz bile. Zaten bir filmin oyuncularını, görmüyorsanız, müziğini duymuyorsanız iyi filmdir denir.

Bir araştırma geliştirme şirketi, dinozor DNA’sının özellikle kalp rahatsızlıklarını önleyecek tek etken olduğunu belirlemiştir. Ekvator bölgesindeki yasaklı alana gidip dinozorları öldürmeden DNA’larını toplayacak bir ekip kurar. Bu ekibin başında -sinemanın olmazsa olmazlarından biri, kuşkusuz- güzel bir kadın vardır. Ancak işin sağlık tarafındansa parası öne çıkıyor. Tabii ki, bizim ülkemizde de “para peşin kırmızı meşin” anlayışı egemendir.

Sadece onunla kalsa yine iyi… işin bir diğer yanı, ihalelere de fesat karıştırılıyor. Yapımcısı, yönetmeni, senaristi acaba Türkiye’ye gelip nasıl yapılıyor diye araştırma mı yapmışlar? Sahi, bilimsel bir çalışma yapacaksınız, ama ekip içinde de alavere dalavere ile çıkar hesabı yapacaksınız… Bizdeki siyasal, ekonomik, ekolojik (tabii, ekolojik sorunlar da var… Bilim merkezine giren bir mühendis yediği çikolatanın kağıdını yere atar, o da açılan kapının yarattığı hava akımı nedeniyle bir yerlere girer ve arıza oluşur) sorunların bir benzeri filmde de yaşanıyor. Bir de ihanet var, hem de ikili… Şirket yetkilisi, ekibi dinozorlardan gereken DNA’ları aldıktan sonra vaat ettiği paraları vermemek için silah çekiyor. “Etkin pişmanlık” olarak adlandırılan itirafçılıktan bir farkı yok. Bir tane daha var, onu size bırakıyorum, (telifi bana ait, “parasını verebilirsen, Boğaz’ın ortasına bir ada oluşturup villa yapabilirsin” diyeyim) filmi izlerken görecek ve hak vereceksiniz. Paralı asker olarak yaşamış emekli olduktan sonra tekne çalıştıran (tabii ki yasal değil), siyahi adam, sert gibi gözükse de en insancılı içlerinde. Arkadaşlarını korumak için dinozora yem olmayı bile göze alıyor.

Dinozorların kentlerde süklüm püklüm dolaşmaları, trafiği tıkamaları, bizdeki kedi köpek toplama sorununa benziyor; tek farkla… Bizde kedi ve köpekler kolayca toplatılıp yerel yönetimlerce itlaf edilebiliyor, haksız bir yasa marifetiyle; ama bir dinozoru itlaf etseniz, nereye gömeceksiniz? İster istemez koruyorsunuz. Aslında bizimkilere sorsalar, bir yol bulurlar muhakkak.

Dağıtım şirketi, tanıtım bülteninde, “Soygun macerasıyla yaratık korkusunu birleştiren film” diyor. Bir soygun filmi gibi heyecanlı, bir yarış filmi gibi hızlı, bir “Cüneyt Arkın” filmi gibi hareketli, bir bilimkurgu filmi gibi korku dolu… Klasik trüklerle dolu olsa da, bu sıcak (her anlamda sıcak, hem meteorolojik hem siyasal hem ekonomik hem sosyal hem de ekolojik) günlerde keyifle izlenecek bir film Jurassic World: Yeniden Doğuş.

4 Temmuz’dan başlayarak gösterimde…