Ön Not: Bu metin, "intihal meşrulaştırma" gibi yanlış bir yere çekilebilecek bir amaçla değil, entelektüel üretim alanlarında haksız "tekelleşme" algısına karşı etik düşünmeyi hatırlatmak için yazıldı.

Dolayısıyla bu yazı; herhangi bir yazarın, düşünürün ya da yayıncının özgün fikrinin, emeğinin veya telif hakkının hiçe sayılmasını savunmaz.

Burada sözü edilen "ortak üretim alanı", bireylerin kendilerine ait olmayan kitaplar, makaleler, fikirler ya da kaynaklar üzerine konuşma, tartışma, düşünme ve yeniden üretme hakkını kapsar.

Bazen "feminizm" , içinde yer alan figürler sebebiyle, kadın dayanışmasının simgesi olmaktan çıkıp, zaman zaman ince çizgilerle rekabetin, kıyaslamanın ve güç mücadelesinin alanına dönüşebiliyor.

Sosyal medyanın görünürlük kültürü, "üreten kadın" figürünü yalnızca üretimiyle değil, görünürlüğüyle de değerlendirir hale getirdi. Bunun sonucu olarak da, dayanışma ve birlikte büyüme fikrinin yerini zaman zaman "alan koruma" ve "öncelik iddiası" alabiliyor.

Oysa bilgi, düşünce ve üretim alanı, doğası gereği kolektiftir. Hiçbir fikir tamamen "bizim" değildir; her düşünce başka bir düşüncenin uzantısı, bir zincirin halkasıdır.

Ortak Alanın Sahipleri

Bilgi, tıpkı doğa gibi, kimsenin mülkü değil. İnsanlar okudukça, düşündükçe ve birbirlerinden beslendikçe ilerliyor "kültür". Fakat bilgiye erişimin demokratikleştiği bu çağda, ironik biçimde "alan koruma" duygusu da arttı.

Herkesin erişebildiği, arama motorlarıyla birkaç saniyede ya da okuduğunuz bir kitapta diğerlerine atıfta bulunulduğu için daha emek gerektiren yollarla bulunabilen kitap listeleri, makale ve temalar, kendileri bu eserlerin yazarı olmadıkları halde sanki kişisel mülkiyetleriymiş gibi bu kaynaklara dair yapılan her türlü yeniden üretimi "sadece benim" diyerek savunulduğunda şaşırıyorum.

Günün sonunda bu şaşkınlık, böyle bir konu üzerine saatlerce düşünmeme ve bu yazıyı kaleme almama neden oluyor.

Yukarıdaki durum özellikle sosyal medya üzerinden üretim yapan, görünürlükle beslenen entelektüel çevrelerde daha belirgin. Çünkü artık fikir, yalnızca düşünsel bir üretim değil; aynı zamanda bir “marka değeri”, bir “kimlik göstergesi” haline geldi.

Bu noktada, bir başkasının benzer bir fikri hayata geçirmesi, üstelik bu fikir sosyal medyada paylaşılmadan ne kadar süre önce kimlerle yüz yüze konuşuldu ve planlandı hiç sorgulanmadan, hemen kişisel bir tehdit olarak algılanıyor.

Ortak bir alanda üretmekten mutluluk duymak yerine, “pastanın bölünmesi” korkusu devreye giriyor. Bu korku, görünüşte feminist, özgürlükçü, paylaşımcı bir dilin ardına saklansa da özünde ben-merkezci bir sahiplik duygusuna dayanıyor.

Feminist Görünümlü Zorbalık

Feminist ideolojinin temellerinden biri, kadınların birbirini güçlendirmesi, desteklemesi ve rekabetten ziyade dayanışmayı seçmesidir. Ancak pratikte bu ilke her zaman işlemez.

Zaman zaman "feminist görünümlü" söylemler, kadına karşı yeni bir baskı biçiminin maskesi haline gelir. Bu baskı, ataerkil sistemin kullandığı yöntemlerle değil, daha incelikli bir şekilde işler:

Dışlama

İmalı eleştiriler

Alenileştirilmiş utandırmalar

"Etkilenmiş gibi yapma" suçlamaları

Sosyal medya üzerinden ima yoluyla yapılan değersizleştirmeler

Psikolojik olarak bakıldığında bu tutum, genellikle narsisistik kırılma ile ilişkilidir. Bir başkasının benzer bir fikirle -çünkü böyle bir hakkı vardır- görünür hale gelmesi, kişinin kendine özgü ve benzersiz olduğu yönündeki yanılsamasını sarsabilir.

Bu durumda kişi, kendi özgünlüğüne dair yanılsamasını korumak adına diğerini küçümseme, dışlama veya itibarsızlaştırma yoluna gidebilir.

Oysa bu alan, yani yazılmış kitaplar, makaleler ve fikirler üzerine konuşma alanı, kimsenin tekelinde değildir. Dolayısıyla burada savunulan şey özgünlük değil, özgün olma yanılsamasıdır ve bu yanılsama tehdit edildiğinde ortaya çıkan tutum da, çoğu zaman entelektüel zorbalığa dönüşür.

Ortak düşünme alanlarını kendine ait sanan bu tutum , farkında olmadan, belki de olarak, başkalarının üretim hakkını sessizce, çaktırmadan gasp etmeye çalışır.

Üretim Alanında Kadın Rekabeti

Toplumsal olarak kadınlardan beklenen, hep "duygusal" olmalarıdır. Oysa üretim alanında var olabilmek, ister istemez güç ve görünürlük gerektiriyor. Kadınlar olarak entelektüel üretimde yer almaya başladıkça ya da yer almaya çalıştıkça, bu kez yeni bir sınavla karşılaşıyoruz:

Hemcinslerimizle rekabet hırsına yenilmeden, kendi üretim alanlarımızı nasıl koruyacağız?

Kendi üretim alanımızı koruma çabamızın yüzeydeki rekabet boyutu, aslında bilinçdışı tanınma ve onaylanma ihtiyacının bir yansımasıdır. Ancak bu ihtiyaç doğru yönetilmediğinde, kişi kendi alanını "koruma" adı altında başkalarını küçümseme ve dışlama eğilimine girebilir.

Bir kadın, entelektüel bir alanda uzun süre mücadele ettikten sonra bu alanın "kendisine ait" olduğuna inanabilir. Bu da, o alanda beliren her yeni kadını bir "tehdit" olarak görmesine yol açar.

Dolayısıyla sorun yalnızca kişisel değil; sistemsel de. Çünkü biz kadınların var olabildiği alanlar hala sınırlıdır. Alan sınırlı olunca da, rekabet kaçınılmaz hale geliyor sanırım.

Tam da bu noktada, feminist etik devreye girmeli diye düşünüyorum: Gerçek dayanışma, rekabetin farkında olarak ama ona teslim olmadan üretmeye devam etmek. Mesela bir başka kadının yaptığı bir işin, kendi emeğini gölgelemediğinin, aksine alanı genişlettiğinin farkına varmak…

Etik Bir Entelektüel Tutum Mümkün Mü?

Bence etik bir entelektüel duruş, intihalden değil ama benzerlikten korkmamalı. Çünkü bilmeli ki, bir fikri paylaşmak onun değerini azaltmaz, büyütür. Kendine güvenen bir üretici, farklı bağlamlardan ele alınan “annelik” gibi evrensel bir tema için “yarı yarıya aynı kitapları seçmişiz” gerçeğini bir tehdit olarak değil, bir ortak bilinç göstergesi olarak okur.

Eğer iki insan aynı kitapları seçiyorsa, bu, o dönemin toplumsal ve kültürel eğilimlerinin bireyler üzerindeki ortak etkisinin bir göstergesidir.

Bu tür eşzamanlılıklar Jung'un "kolektif bilinçdışı" kavramıyla da açıklanabilir. Benzer dönemlerde benzer fikirlerin doğması, kişisel taklitten değil, zamanın ruhundan (zeitgeist) kaynaklanır. Benzer sorular soruluyorsa, benzer cevapların bulunması da kaçınılmaz olabilir.

Sonuç Yerine: Paylaşmanın Cesareti

Bir başkasının aynı kitapları okuması, aynı temaları tartışması, kişisel bir tehdit değil; düşünsel bir çoğalmadır.

Eğer "feminist" hareket, dayanışmayı yeniden özüne döndürmek istiyorsa, önce kendi içindeki bu ince, görünmez rekabeti ve icracılarını fark etmelidir.

Gerçek feminist ahlak, "benden önce, sonra kimse (hiçbir kadın) yapmasın" değil, "benden önce de sonra da daha çok insan yapsın" diyebilmektir.