Mihail Bulgakov’un “Köpek Kalbi”ni okurken bir noktada durup iç geçiriyorsunuz: “Yahu bu köpek benden daha fazla şey görüyor.”

Görmekle kalmıyor, bir de insana dönüşüyor. Ve işte bütün sorun da burada başlıyor.

Kimi rejimler vardır, insanı dönüştürmeye çalışır. Kimi ise önce bir köpeğe dönüştürür, sonra tekrar insana… Ama ortaya çıkan şey ne insan olur ne köpek. Daha çok tek tip fötr şapkalı, emir-komuta zincirinden hallice, mahallede kadınlara laf atan ama evinde Marks kitaplığı olan biri. Tanıdık geldi mi?

Bulgakov, devrimin “yeni insan” yaratma sevdasını alıyor, ameliyathane masasına yatırıyor, üstüne bir de köpek kafasıyla izletiyor. Ve biz okur olarak, Sharik’in zavallı patilerinden tutup onu “insana dönüştürme” çabalarını izledikçe, bir noktadan sonra içimizdeki sosyal bilimciyle veterineri tartıştırmaya başlıyoruz:

“Bu artık etik mi?”

“Bu deneyin onayı kimden alındı?”

“Peki ya köpeğin rızası?”

Ama işte o devrim öyle bir şey ki, ne rıza soruyor ne ruh sağlığı.

Profesör Preobrajenski (ismiyle müsemma, çünkü “dönüştürücü” demek) eline neşteri aldığı anda, bilim kisvesi altında politik cerrahisine başlıyor. Hayvan severler ekran başından ayrılmasın, çünkü bu sadece bir sokak köpeğinin dramı değil; bu, sistemin, “daha iyi insan” yaratacağım diye hayatlarımızı torna tezgâhına yatırmasının anatomik raporudur.

23. Munzur festivali doğama, irademe, dilime, inancıma dokunma” sloganıyla başlıyor
23. Munzur festivali doğama, irademe, dilime, inancıma dokunma” sloganıyla başlıyor
İçeriği Görüntüle

Ve sonra?

Köpek, insana dönüşüyor. Adı da değişiyor: Poligraf Poligrafoviç Şarikov.

Yani ismiyle bile insanlığa dair tüm formaliteler tamam. Ama karakterin özünde hâlâ kemik peşinde koşan, sokaklardan alıştığı dille konuşan, kafası karışık bir hayvan var.

Ve şimdi o hayvan, Sovyet apartmanlarının salonlarında kendi doğasına aykırı bir biçimde var olmaya çalışıyor.

Peki ya biz?

Biz hangisiyiz? Sokakta kalmış Sharik mi, yoksa steril salonlarda “medenileşmeye” çalışan Şarikov mu?

Bulgakov’un hikâyesi, devrim sonrası Rusya’ya yazılmış bir eleştiri değil sadece; aynı zamanda tüm zamanların “iyi niyetli ama ölçüsüz” sistemlerine yazılmış bir kara mizah taşlamasıdır.

Bugün de bakın etrafınıza:

Her gün haberlerde, sosyal medyada, hayatımızda “insan yapılmaya çalışılan köpekler” ve “köpekleşmiş insanlar” görüyoruz.

Kimi kravat takmış, kimi danışman kartı taşıyor, kimi stratejik plan yazıyor.

Ama hepsi “doğruları” anlatıyor.

“Köpek Kalbi”, sadece Sovyet bürokrasisinin değil, tüm çağların “biz senin iyiliğini istiyoruz” diyerek hayatımıza giren otoritelerine karşı yazılmış bir direniş metnidir.

İnsanı insana rağmen şekillendirmeye çalışan tüm büyük projelere karşı küçük, dişli, tüyü dökülmüş bir başkaldırıdır bu roman.

Ve evet, hâlâ güncel.