Cumhuriyet’in 100 Günü/İsmi

Çok önem verdiğimizi sürekli dile getirdiğimiz ve söylerken de deyim yerindeyse, mangalda kül bırakmadığımız Cumhuriyet üzerine çok şey bilmediğimizi, bildiklerimizin de kulaktan dolma, çoğunlukla da söylenti ağırlıklı olduğunu kabul etmeliyiz. Bizim zamanımızda, siyaseten kaygılanıldığı için tarih de, edebiyat da, teknolojik gelişmeler de Cumhuriyet Dönemi üstünkörü anlatılır, sınavlarda soru olarak gelmez, buna da bağlı olarak öğrencinin ilgisini çekmezdi. Zaten yılın sonlarına doğru sırası gelirdi, belirlenmiş müfredat uyarınca, yetişsin de yeter, hayatın içinde öğrenirsiniz denirdi.
Bugün, birçoğumuz, ne resmi ne de toplumsal tarihimizi biliyoruz. Gazeteler, dergiler yeterli olmadığı gibi ‘reyting’den başka bir hedefi olmayan televizyonlar (resmi televizyon kanalı iktidarların bakışını yansıttığı için zaten bir şey beklemiyoruz) bir de Cumhuriyet için prodüksiyon yapma zahmetine girişmedi. Televizyon deyince, aklıma geleni de aktarmalıyım: Reşat Nuri’nin ünü dünyaya ulaşan “Yaprak Dökümü”nü, ‘aaa, dizinin kitabı çıkmış’ diye karşılayanlar olmuştu… Kanuni, daha doğrusu Hürrem Sultan üzerine yapılan dizi ile tarihi öğrenmiştik, tabii ki, sinemasal kendi kurgusunu unutarak.

Geçmişini bilmeyenler…
Tarihin, ileriye bakmak için bir büyüteç/teleskop görevi gördüğünü, onun için de gerekli olduğunu öğrencilerden önce erişkinlere, siyasilere, özellikle iktidara anlatmamız gerekir, öncelikle. Devlet geleneği nedir, Osmanlı nasıl olmuş da dünya imparatorluğu olmuş, Cumhuriyet neden 100 yaşında bile kendine özgü kurallar koyamamış, konulanları altüst etmiş, yapılanları bozmuş, eskisini düzeltememiş, yenisini üretememiş… kimse bilmiyor.
Bilmemiz gerektiği konusunda hemfikiriz. Bilmenin yetmediğini, yanı sıra benimsememiz gerektiğini de kabul etmeliyiz.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılı nedeniyle sanat dallarının hemen hepsinde Cumhuriyet temalı eserlerle karşılaşacağız bu yıl. Bir kısmı daha geniş alanı kapsayacak, bir kısmı derinlemesine bir konuyu ele alacak; belki aynı konuları, aynı ayrıntıları farklı bakış açılarıyla okuyacağız farklı imzalardan. Tabii ki, resim, heykel, sinema, tiyatro, müzik, grafik, çizgi film, dans gibi tüm sanat dallarından ürünler de göreceğiz. Genç bilim insanı Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan, ilkini yapmakla bir adım öne çıkıyor, bu bilmemiz ve benimsememiz gerekliliği apaçık olan konuyu bizlere ‘hap’ gibi hem anlaşılır bir dille hem de sıkmadan anlatmak için kolları sıvamış.

İlk yıllar önemli…
İki kitap halinde çalışmış Gürkan; Cumhuriyet’in 100 Günü ve Cumhuriyet’in 100 İsmi… Aslında ikisi de birbirini tamamlayan iki kitap. O gün ne olmuş ve kimler varmış içinde bir kitapta, o kişilerin yaşam öyküleri ve genelde yaptıkları da diğer kitapta; buna da bağlı olarak iki kitabı birlikte okumak, karşılaştırmak, birbirini tamamlamasını sağlamak zorundasınız. Yani en azından ben -var olan bilgilerimin de tazelenmesi için- öyle yaptım.
Emrah Safa Gürkan’ın kısa ve net cümlelerle anlatması önemli. Okuma yazma oranlarımızı da göz önüne alırsanız, kolay okunur olması da yazarın başarısı…

İsimlerden başlayalım…
Her iki kitabı da karşılaştırarak okumak hem keyifli hem kolay anlaşılır hem de bilgilendirici olacaksa da…
Yazar Gürkan’ın, Tunalı Hilmi’den aktardığı keyifli bir betimlemeyle, “Dünyayı iki azıdişinin arasına almış, dilinin ucuyla döndürüp duruyor” başlamak istiyorum. Benzer çok örnek alınacak betimleme ve uyaklı tanımlama var kitapta. (Bağışlayın, okunurluğu da düşünmeliyim, uzun yazıları pek okumuyor hedef kitle ve asıl amaç sizlerin de kitabı okumasını sağlamak.) Bunun yanında, “Dâr-ı bekaya irtihal eylemiş” gibi anlamını eklemezseniz kimsenin ilk anda bilemeyeceği tanımlar da yer alıyor…

İlginç!
“Sanıldığının aksine, Kurtuluş Savaşı sırasında tüm mebuslar Mustafa Kemal’i koşulsuz desteklememekteydi cümlesiyle başlıyor Nazım Resmor tanıtımı… Oysa resmi tarih, oybirliğiyle seçildiğini söylüyor sürekli (Evet, oybirliği doğrudur, muhalif mebusların bulunmadığı bir oturumda elde edilmiştir). Nazım Bey, dokunulmazlığı kaldırılan ilk mebus oluyor… Bir kez daha evet, bildiniz, solcu tabii ki).

Günlerin getirdiği…
Milli mücadele yanlısı mebusların Ankara’da toplanması doğru ve gereklidir, ama ne doğrulara ne de gerekliliklere öyle kolay ulaşılabilir. Oturuma bile katılmayan bir mebusun Meclis Başkanı seçilmesi gerçekten de akla hayale gelebilen bir şey değildir, ama olmuş işte. Mustafa Kemal’in yerine seçilen Reşat Hikmet Bey, Padişah Vahdettin’in adayıdır aslında.
Burada kitaptan ayrılıp, bir okur olarak günümüzü düşündüm ister istemez. Ekonomik, siyasal, sosyal sorunlar yaşanırken var olan iktidarın yeniden seçilmesi ‘tarih tekerrürden ibarettir’ dedirtiyor. Oysa tarih ileri gider hep.
İşte bir örnek: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk fırkası –ki Halk Fırkası’ndan da önce kurulmuş- Nezihe Muhittin ve ‘kız kardeşleri’ Kadınlar Halk Fırkası’nı kuruyorlar. Erkek egemen, hem de alabildiğine katı niteliği hâlâ süren, toplumun içinden bir kadın partisi kurulmuş. Erkekler, deyim yerindeyse ifrit olmuşlar, fetvalar toplamışlar ve fırkayı derneğe çevirmekten başka çıkar yol bırakmamışlar… Ancak ne tarih unutuyor ne de unutturuyor yaşananları; biz bil(e)mesek de ‘uluslararası arenada çok daha popülerdir’ bu yapılanma.
Kadınlardan söz edince erkekler, -hem zaten alıngan ve sertlikten hoşlanıyorlar- için futboldan da örnek verelim. Birleşik Krallık işgal kuvvetleri, dişine göre bir rakip gördüğü Türk futbol takımlarıyla karşılaşmak ister, hatta takviye bile alabilecekleri “yüce gönüllülüğü”nü(!) de gösterirler. O yıl, hiç gol yemeden şampiyon olan Fenerbahçe, Zeki Rıza Sporel’in iki golüyle İngilizleri yener. Üzücü olan şu ki, yanan Fenerbahçe’nin ahşap binasında Harington Kupası da dahil, 107 kupa ve şilt küle dönüşmüş…

Cumhuriyet’in 100 Günü, İnkılabın Ayak Sesleri
Cumhuriyet’in 100 İsmi, Büyük Devrimin Portreleri
Emrah Safa Gürkan
Tarih, Araştırma,
Mundi Yayınları,
Mayıs 2023, 100 Gün 397s; 100 İsim 431 s.