17 Ağustos 1999...

Merak etmeyin, bu coğrafyadaki herkesin yaşadığı ve unutamadığı o deprem anını yazmayacağım.
Depremden 5-6 saat sonra şimdiki Kent Meydanı'nda bulunan Sakarya Valiliği’nin önündeyiz.

İki fotoğraf makinem var, birini akşamdan çalışma arkadaşıma verdiğim, diğerini de İzmit’te ofiste bıraktığım için çaresiz gözlerle yaşananları izliyorum.

Telefonlar çalışmıyor, tek satır haber geçememişim ve Ankara’dan gelecek desteği bekliyorum.

Valilik binası da hasar görmüş, aşağıya indirilen birkaç masayla geçici kriz merkezi oluşturulmuş.
Merkezin başında, doğal olarak dönemin valisi Yener Rakıcıoğlu var.
Evleri yıkılan, enkazda yakını bulunan yurttaşlar buraya akın etmiş.

‘İş makinesi ve insan gücü’ diye kendilerini paralıyor.

Bu kargaşa içinde herkesten dirayetli görünmeye çalışan Vali, yurttaşları sakinleştirmeye ve yardımın geleceğine inandırmaya çalışıyor.

Bu arada, telefonların yeniden çalışması, kente elektrik verilmesi ve suların akması için talimatlar yağdırıyor çevredekilere.

Bu işlerin yetkilileri, halkın içinde ‘peki efendim’ deseler de, bir biçimde iletiyorlar bu işin o kadar kolay olmadığını...

Saatler hızla ilerliyor, enkaz altındaki yakınlarını kurtarmak için zamanla yarışan yurttaşlar tekrar tekrar Vali’nin önünde dikiliyor. Ve her defasında seslerini daha da yükselterek, öfkelenerek...

Ne var ki devlet çaresiz, devlet çökmüş.

Doğal olarak, öğle saatlerine doğru, dirayetli görünmeye çalışan Valinin de omuzları çöküyor.
Kimse ne yapacağını bilemiyor, ‘karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmaya çalışır’ gibi yürütülüyor çalışmalar.

Sonuç acı, ölüm ve gözyaşı...

Aradan 23,5 yıl geçmiş, değişen bir şey yok.
Manzara aynı.
Enkazda ses var, ısı var ama iş makinesi yok, vinç yok, arama-kurtarma yok.
AFAD yok, izin verilene kadar asker yok.

Daha da önemlisi, yardım isteyecek -omuzları çökmüş de olsa- bir devlet görevlisi yok.

Bugün deprem bölgesinden yapılan paylaşımlarda rastladım.
Enkazdaki yakınlarını sağ çıkartamayan ve yardım çağrılarının yanıtsız kaldığını belirten depremzede bir kadın anlatıyor:

“Haa, buradan vali geçiyor, aracının önünü kestim. Ne gördüm biliyor musunuz? Açtım, arabanın içinde vali yok. Sadece gösteriş yapıyorlar. Gelsinler tutuklasınlar. Ben bu evden 20 tane cenaze çıkardım.”

Ses gelen bir enkazda çalışma yapan ekiplerin, ‘Vali’nin yakınları enkaz altındaymış’ diyerek çalışmayı yarım bıraktığı görüntüler, hala sosyal medyada dolaşımda. Bir savcının silahını çekerek, ekipleri başka bir enkaza yönlendirdiği iddiaları da var. Hepsi devlete olan güveni sarsan, açıklamaya muhtaç.

Peki, enkaz altında günlerce kurtarılmayı bekleyen, gün be gün babasının çaresiz çağrılarını izlediğimiz, ancak profesyonel arama kurtarma çalışması olmadığı için yaşamını yitiren sanatçı Orhan Aydın’ın kızı için ne demeli?

Orhan Aydın’ın günlerce “ses geliyor, yaşıyor” diyerek, kurtarılması için çağrı yaptığı yönetmen Aslı Şafak Aydın enkazdan tam 6 gün sonra çıkarildı ama ne yazık ki artık yaşamıyordu.

Devletin gücü onu kurtarmaya yetmedi.

Yazıya 17 Ağustos depremi ve Vali Yener Rakıcıoğlu ile başlamıştık, onunla devam edelim.

Kızını kaybeden Orhan Aydın, yardım çağrısı yaptığı bir açıklamasında şöyle demişti:
“Hatay Amik Ovası ile ünlü bir kenttir. Amik Ovası’nın ortasındaki Amik Gölü’nü kim kurutup, oraya kim hava limanını diktiyse, bu bölgede yaşanan facianın temel sorumlularından biri odur. “

İşte o Amik Ovası’nın kurutulmasında olmasa da, oraya bir hava limanı yapılmasında en önemli rolü maalesef Marmara depreminin hemen ardından Hatay’a gönderilen Vali Yener Rakıcıoğlu oynadı.

1950’li yıllarda sıtmayla mücadele etmek, tarımsal alan kazanmak amacıyla kurutulan Amik Gölü’nün tam ortasına, ‘Göl Aynası’ diye adlandırılan yere kurulan havaalanı projesi, onun Hatay Valiliği döneminde başladı.

2004-2014 yılları arasında Hatay İl Genel Meclisi üyesi olarak görev yapan Mehmet Öztürk, o günleri şöyle anlatmış Antakya Gazetesi’ne:

“Havaalanı için 1991 yılında Vali Utkun Acun zamanında yeri belirtilmiş, yanlış yer seçilmişti.

Devlet Hava Meydanları İşletmesi, Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan ÇED Raporu olumsuz çıktı. Yılların havaalanı; arazisi, taşkın su alanı ve göçmen kuşların geçiş yolu olduğu nedeniyle yapılmadı.

Günün iktidarı, koalisyon dönemi, 2001’de tekrar gündeme getirdi. Vali Yener Rakıcıoğlu, 12.06.2002’de, ihaleye İl Özel İdare bütçesinden çıkarttı. 15 milyar keşif bedelle, % 43 kırımla ihaleye verdi. Hemen yer teslimi yapıldı, işe başlatıldı.

Orman Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Çevre Genel Müdürlüğü’nün tüm uyarılara rağmen, Vali, ‘Ben, başlattığım inşaatlarımı yarım bırakmam, ne olursa olsun…” dedi. Vali Yener Rakıcıoğlu, Bakanlık ve Genel Müdürlüklere kafa tuttu.”

Rakıcıoğlu’nun yarım bıraktırtmadığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hizmete açtığı havaalanı depremde büyük hasar gördü ve yardımların ulaştırılmasında kullanılamadı.

Bir doğa olayı, işte bu tür yanlış kararlarla felakete dönüşüyor.

Fay hatlarının geçtiği bölgeler imara açılırsa, yönetmeliklere aykırı yapılara ‘imar barışıyla’ iskan izni verilirse, yetmedi teknolojiyi referans göstererek çok katlı yapılara izin verilip, denetimleri yapılmazsa, müteahhitlerin hırsızlıklarına göz yumulursa o binalar yıkılır. Onbinlerce insan enkaz altında kalır.

Bilim insanlarının uyarılarına rağmen, kişisel hırsla kurutulan göle yapılan havaalanı çöker ve o bölgeye yardım gitmez, enkaz altında kurtarılması mümkün binlerce insan hayatını kaybeder.

Halimiz işte tam da budur...