Toroslardan gelen serin hava dalgalarıyla içimizin ürperdiği değişik bir haftayı daha geride bıraktık ama çok sevinmeyin bir hafta biter bin hafta başlar güzel ülkemizde.Eğer orman yangınlarından, hukuk dışı tutuklamalardan, öğrencilere ya da toptan herhangi bir şeyi protesto edenlere karşı uygulanan muhteşem muameleler, hasta insanları kasıtlı olarak çok kötü şartlarda daha da hasta etmeler, çocukları öldüren çocuklar, kimsenin suçlu olmadığı yangınlar, aniden terörsüzleşen ama içeriği belli olmayan açılımlar ve çeşitli saçılımlar, ülkenin taşına toprağına düşmanlık edercesine çıkarılan maden yasaları, sökülen zeytin ağaçları falan filan derken ülkenin her günü bin gün gibi sıkıntı ve elem içinde geçiyor.
İnsan bazen “İyi ki bugün de hayattayım” diye sevinecek noktaya geliyor, tam o sırada bizden daha feci durumda olan, hala su problemi çeken depremzedelere üzülmeye, çaresizlikleriyle çaresiz bir biçimde göz göze gelebiliyor. Daha da fenası, hemen her gün gemicik gemicik dondan, çimentoya, çelikten, artık bizden ne isterlerse vermeye kadar her şeyin ticaretini yaptığımız İsrail’in açlıktan öldürdüğü bebekler, yaşlılar, gençler, hayatını kaybeden tüm dünya için paradan ve menfaatten daha önemsiz insanlar. Bu arada sağda solda soran olursa İsrail’e en büyük atarı biz yapıyoruz ama nedense kendileriyle ticareti bir türlü de yasaklayamıyoruz. Sonuçta bir varil petrol, kaç ortadoğulu eder?
2024’e uzanalım. Şırnak Uludere’de JİTEM amblemli ve ‘Sadece ölüler görür’ yazılı ‘Beyaz Toros’un sahibi uzman çavuş açığa alındı… Uzman çavuş net bir şekilde mesajını vermiş. Hop günümüze uzanalım. O da ne bir savcı, masasının üzerinde bir oyuncak araba. Modeli ne tahmin edin? Evet, tabii ki Audi A8 L… Nereden nereye?
Nereden nereye deyince aklıma geldi. Zamanında Audi’nin reklam kampanyasının (Sanırım Ali Taran ve ekibi hazırlamıştı) sloganı şuydu: “Audi’de asla bulamayacağınız aksesuarlar”... Görselde de çeşitli durumlara göre o zamanların “kıro” olarak tanımlanan altın zincir bilezikleri, fantastikli iri boy erkek yüzükleri ve tespih filan vardı… Reklam ajansının halkı kin ve düşmanlığa iten bu ayrımcı tavrı zamanında da ajans çevrelerinde tartışılmıştı. Mesela şimdi böyle bir reklam yapılabilir mi? Neyse anakronizmin anlamı yok.
Şimdi günümüze geldiğimizde ise neredeyse baz paket olarak bulunan aksesuarlar haline gelmiş durumda. Bir ülke bir markaya nasıl sevdalandıysa o kadar sevdalanabildik. Türkiye’de de eline devletin imkânı, bütçesi, ya da herhangi bir cemaatin lideri olma fırsatı geçmiş her birey artık güzelinden bir Audisi olsun hayaliyle yaşıyor. Giriş seviyelerde bu arzu Passat olarak başlasa da ilerleyen dozlarda Audi ve Maybach olarak giden bir araba sevdamız var. Araba seviyoruz, araba statümüzü belirliyor. Trafikte çakarla makas atıp, istediğimiz saçmalığı cahil cesaretimize ve kimlerden olduğumuza güvenerek yapmamız gibi. Bu araçların hepsinin Alman markası olması bir rastlantı mı yoksa bir tasarımsal kabul mü bunu da artık antropologlar filan araştırsın. Belki de devlet büyüklerimiz artık McLaren ya da Ferrari’ye binmek istiyor ama bunu yapamıyordur. Sonuçta kaynaklar halk yerine idarecilere gitsin tabii.
Ya gitsin gitsin de onca paraya, onca güce, onca yetkiye rağmen ülkede de pek bir şey ilerlemiyor gibi. Savunma sistemimiz maşallah ama vatandaş aç. Biz yine soğan yiyelim de istikrar sürsün aman bozulmasın… Diyeceğim ama istikrar da yok. Bugün su dediğimize yarın kül diyoruz. İktidarın sevimli dostu, ülkenin en sağ duyusu “Başkan yardımcılarından biri Alevi, birisi kürt olsun” diyebiliyor mesela. İstikrar neyse bize pek görünmüyor sanki. Herhangi bir gerçekliğe değil tamamen anı yaşamaya ve anın imkanlarından arsızca faydalanmaya yönelik bir politik anafor içinde, bir önceki günlerde yaptığımız hataların sonuçlarını bir sonraki günlerde çekmek üzere yaşıyor, biraz yaşadıktan sonra da ölüp gidiyoruz. Bu bir gün daha önceki günlerde denetlemediğimiz ya da çeşitli dostane ilişkilerimiz yüzünden gözümüzden “kaçmış” bir otel yangını olur, kimi zaman kontrol edilmiş ama yetkili yerlerde yetkili abileri olan sahiplerinin uyarılara aldırmadığı bir maden göçüğü, kimi zaman ise artık ayarı iyice kaçmış bir toplum içinde yetiştiği için, eğitimden, insanlıktan uzak kalmış çocukların başka çocukları öldürdüğü bir cinayet olarak önceki günlerin, ayların, yılların toplam biriktirdiğimiz cezalarını çekiyoruz.
Adalet, eğitim ve özgürlük.
Üç kelime bir de bağlaç. Yazması ama yaşatması, büyütmesi yıllar alan şeyler bunlar.