Cumhuriyet Halk Partisi 37. kurultayını ‘iktidar kurultayı’ başlığı altında gerçekleştirdi. Salgın tedbirleri altında gerçekleşmesi nedeniyle sadece seçilmiş delegelerin katılmasına müsaade edilen kurultay olağan şartlar altında yapılsaydı; yerel seçim başarısı sonrası ilk kurultay olması nedeniyle büyük kalabalıkların toplanması yüksek ihtimaldi.

Kurultayda, CHP klasiği bir kez daha tekrarlandı ve CHP Genel Başkanı kurultayda seçim kaybetmedi. Kurultayı genel başkanlık yarışıyla özdeş görmeye alışık CHP örgütü açısından ise şüphesiz başkanlık yarışının olmadığı bir kurultay öncekilerden daha sakindi. Bu şartlar altında CHP dışından bakan benim için kurultaydan geriye değerlendirilmesi gereken iki başlık kaldı. Bunlardan biri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşması ve açıkladığı ‘ikinci yüzyıla çağrı’ metni, diğeri ise İlhan Cihaner’in genel başkanlığa aday ol(ama)ması. Bu iki başlık üzerinden CHP’nin 37. Kurultayını ve bundan sonraki olası siyasi yönelimlerini, iki bölüm halinde değerlendirmeye çalışacağım.

Dönemleri ve olası siyasi değişimleri anlamak için hem dönemin siyasi partilerinin kurultayları hem de kurultaylarda genel başkanların yaptığı konuşmalar önemlidir. Söz konusu siyasi tarihimiz ise, CHP kurultaylarının öneminin biraz daha fazla olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hem kurucu parti olması ve çok partili siyasi yaşama geçişi sağlaması, hem de 18. Kurultay’ından itibaren kendini ortanın solunda tanımlıyor olması, ülkedeki değişimi gözlemleyebilmek için CHP kurultaylarına daha dikkatli bakmayı gerektiriyor. Tabi genel başkanların kurultaydaki konuşmalarına da.

CHP’nin 37. Kurultayını açan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasında, Türkiye’nin çözülmeyi bekleyen 5 temel sorunu bulunduğundan bahsetti. Ülkede yaşayan aklıselim herkesin mutabık olacağı sorunları sıraladıktan sonra, Kılıçdaroğlu’nun ‘sorunları kimlerle çözeceğiz?’ sorusuna verdiği cevap, CHP’nin kurultay sonrası siyasi yönelimini anlamak açısından sorunların kendisinden daha dikkat çekiciydi. Kılıçdaroğlu sorunları ‘millet ittifakındaki dostları ile çözüp birlikte iktidar olacaklarını’ açıklayarak, CHP’nin önümüzdeki dönem siyasi ittifaklarının kimlerle olacağını, tartışmaya yer bırakmayan açıklıkta ifade etmiş oldu. Yapılan ilçe ve il kongrelerinde organ seçimleri dışında bu ve benzeri konuların konuşulduğunu zannetmediğimden, yönelimin ve tercihlerin genel merkez tarafından belirlenip genel başkanın ağzından açıklanması da açıkçası bana tuhaf gelmedi. Zaten Genel Başkan olarak büyük destekle tekrar seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ittifak tercihine de üyelerin koşulsuz destek verdiği ortaya çıktı.

CHP genel başkanı ve etrafındakiler, görünen o ki AKP’yi iktidardan düşürmenin yegane yolunun merkezinde CHP’nin bulunduğu ve kendi sağı ile yapılacak bir ittifak olduğunu düşünüyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu konuşmasında, iktidara karşı mücadele dostları arasında ciddi baskılar altında iktidara muhalefet etmeye çalışan sosyalistlerin ve HDP’nin adını bir kelime ile olsun anmadı. Eğer bu anmama hali taraflarca önceden konuşulmuş ve daha verimli olacağına inanılmış bir muhalefet stratejisi değilse; belli ki CHP yöneticileri ne söylerse söylesin, kendilerinin daha solundaki güçlerin ‘bağırlarına taş basıp’ kendilerine destek vermek zorunda kalacağına dair sarsılmaz inançlarından kaynaklanıyordu. Neticede siyasal partilerin kimlerle ittifak yapıp, kimlerle yol yürüyeceklerine kendilerinin karar vermesinden daha meşru ve doğal bir şey olamaz. Bu nedenle bunu bir eleştiri konusu haline getirmeksizin, herkesin kendi inandığı doğrular için mücadele etmesi gerektiğini söyleyip, anma muhabbetini kapatalım ve konuşmaya dönelim.

Konuşmasının devamında Kılıçdaroğlu ne olduğu ve kimlerle çözeceklerini açıkladığı sorunları, nasıl çözeceklerini içeren 13 maddelik ‘ikinci yüzyıla çağrı’ metnini kamuoyu ile paylaştı. Çözüm önerilerinin ana ekseninde, artık AKP ve MHP dışında herkesin işlemediğini yüksek sesle söylediği başkanlık sisteminin, yeni bir anayasa ile değiştirilerek, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri dönüş vardı. Kuvvetler ayrılığını güçlendirecek düzenlemeler, Kürt Sorununun çözüm yerinin meclis olduğu, yolsuzlukla mücadelede etkili denetim organlarının oluşturulması gibi önerilerin yer aldığı çağrı metninin benim açımdan en dikkat çekici bölümü, kadınların mecliste temsiline yönelik cinsiyet kotası getirileceği vaadi idi. AKP’ye karşı uzun yıllardır kesintisiz biçimde mücadele eden kadınların mecliste daha güçlü temsiline yönelik öneri, bana kalırsa 13 maddenin en radikal olanıydı. Konuşmanın 35.dakikasında yeni bir anayasa yapılacağını anlatırken söylediği ‘bu ülkede, bugüne kadar anayasalar hep vesayetçi kurumların baskısıyla oluşturuldu’ cümlesi, oluşumunda CHP’nin ciddi fikri ve fiili katkısının bulunduğu ve temsilciler meclisi tarafından hazırlanan 1961 Anayasası’na dair CHP’nin geçmiş bakışından farklı bir duruşu ifade ediyordu.

Konuşmada işçiler lehine somut öneriler bekleyenler konuşmanın son 5 dakikasına kadar beklemek zorunda kaldı. Her ne kadar konuşmanın içerisinde zaman zaman işçi, emekçi vurgusu yapılsa da emekçiler lehine hem temsil hem düzenleme adına somut önerilere rastlamak pek mümkün olmadı. Genel vurgular haricinde tek somut sosyal politika önerisi konuşmanın son dakikalarında açıklanan -yoksullukla mücadele başlığı altında bir vatandaşlık geliri türü olarak kurgulandığını tahmin ettiğim- Aile Destekleri Sigortası’ydı. CHP yöneticileri anlaşıldığı kadarıyla ekonomideki düzelmenin, ‘yolsuzluk’ adı verdikleri kaynak aktarımlarının kesilmesinin ve bürokratik atamaların liyakat esasiyle yapılmasının gelir adaletini de sağlayacağını düşünüyorlar.

Bütün olarak değerlendirdiğimde, ben hem genel başkanın konuşmasını hem de konuşmanın içerisinde açıkladığı ikinci yüzyıla çağrı metninin 1959 yılındaki ‘ilk hedefler beyannamesi’ ya da 1976’da açıklanan ‘Demokratik Sol Program’ ile kıyaslandığında döneminin ilerisinde ve heyecan verici bir metin olmadığı kanaatindeyim.

Örneklerle anlatmak gerekirse, 1959 yılında yapılan 11. Kurultay’da açıklanan ve dönemin aydın ve akademisyenlerinin ciddi katkısı ile hazırlanmış ‘İlk hedefler Beyannamesi’ ikinci bir meclis ve Anayasa Mahkemesi’nin kurulması gibi dönemine göre yeni ve köklü öneriler içeriyordu. Demokrat Parti iktidarında gücün tek elde toplanmasının nasıl önleneceği üzerine düşünülerek önerilen bu somut projelerin yanı sıra aynı beyannamede CHP 1953’e kadar karşı çıktığı toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı gibi vurguları öne çıkararak, DP’ye oy veren işçi kitlelerinin taleplerine tercüman olmaya çalışıyordu.

Yine 1976’da yapılan 23. Kurultayda açıklanan ‘demokratik sol’ program, Türkiye’nin nasıl kalkınacağı sorusunu yanıtlamaya çalışırken ekonomi programını merkezine ‘gelirin toplumda hakça dağıtımını’ koyuyordu. Ulusal gelirden dar gelirlilerin daha fazla pay alması gerektiğinin açıkça vurgulandığı program, halkın kolektif bir girişimci olarak örgütlenmesine yönelik ‘kooperatifçilik ve ‘halk sektörü’ gibi sol popülist çeşitli somut öneriler içeriyordu. Kendi ifadeleri ile aşırı cereyanları önlemek için bile olsa açıklanan programların temelinde geniş halk kitleleri ve işçiler, yoksulların taleplerine tercüman olmak kaygısı belirleyici idi.

Farklı dönemde açıklanan bu iki programla kıyasladığımda ben ikinci yüzyıla çağrı metninin hayli zayıf kaldığını düşünüyorum. 2020 yılında ülkede ve dünyada verilen hak mücadelelerinin talepleri, yaşanan mevcut krizden etkilenen milyonlarca işçinin beklentileri göz önüne alındığında, kadınların mecliste temsiline yönelik cinsiyet kotasını saymazsak, yapılan önerilerin sadece başkanlık öncesi sisteme kimi tamiratlar ve bazı denetleme organlarının eklenmesi ile dönmeyi vaat ettiğini söyleyebiliriz.

Bunun temelinde ben CHP yönetiminin AKP ve iktidar bloğuna oy veren kesimlerin mevcut siyasal pozisyon alışlarının verili koşullarda, orta vadede, belki AKP iktidardan gitmeden değişmesinin mümkün olmadığına inanması olduğunu düşünüyor ve Millet İttifakı içerisinde fiilen, adı koyulmamış bir iş bölümüne gidildiğini düşünüyorum. AKP’ye oy veren milyonlarca seçmene yeni bir toplumsal proje ile seslenip, ideolojik konumlanışlarını, siyasal fikirlerini değiştirmek yerine, oy verdikleri siyasi partileri değiştirip AKP’nin iktidardan düşmesini sağlamak. Bu iş bölümü ekseninde CHP yerel seçimlerde kendisine oy veren kentli seçmenin özgürlük ve demokrasi arayışına seslenecek, AKP’ye oy veren yoksul, mütedeyyin, milliyetçi kitlerle iletişim ise onlarla aynı dili konuştuğu kabul edilen Millet İttifakı’ndaki dostlara havale edilecek. Seçmenin siyasal düşüncesini sabit ve değişmez olarak kabul eden ve değiştirmeyi hedeflemek yerine ittifak içinden mevcut hallerine uygun alternatifler önermek.

Katılmamın mümkün olmadığı bu yönelim, AKP’nin iktidardan düşmesi ile iktidar olmak aynı şey mi gibi bir dizi soruyu içinde barındırıyor. Cevabını yaşayarak göreceğiz. Ama yazımın ilk bölümünü bitirirken tarihe de şöyle bir bakarak iki hatırlatma yapma gereği duyuyorum.

Bunlardan birincisi Türkiye’de iktidara gelmek ile iktidar olmanın aynı şey olmadığı gerçeği. CHP bunu çok güçlü halk desteğine rağmen mevcut sistem nedeniyle dışarıdan bakan desteği ile hükümet kurabildiği 1978-1980 arasında acı biçimde yaşadı. Günümüz koşullarında aynı toplumsal desteği tek başına almasının imkansız gözüktüğü bir tabloda, CHP’nin açıkladığı programda parlamenter sisteme kimi rötuşlar ile şeklen dönüş dışında -üstelik kendi adıma çok da yeterli görmediğim- programı, millet ittifakındaki dostlarıyla uyum içerisinde ne kadar uygulayabileceği bence soru işareti.

Bir ikinci hatırlatma ise 2002’de AKP’yi iktidara getiren süreci hazırlayanın, büyük bir ekonomik kriz ve bu krizle karşı karşıya kalan koalisyon hükümetinin ekonomik tercihleri olduğu. Dönemin koalisyon hükümeti ekonomik krizden etkilenip yoksullaşan milyonlarca insana yönelmek yerine uluslararası uyum ve kemer sıkma politikaları ile krizden çıkışı tercih etmiş ve bedelini bir kısmı baraj altında kalarak, bir kısmı da siyaset sahnesinde görünmez hale gelerek ödemişti. Bugün yine AKP’nin ekonomik tercihleri sonucu ciddi olarak yoksullaşmış ve gelecek kaygısına sahip milyonlarca insanın arayışının olduğu bir dönemin içindeyiz. Bu insanların hayatını değiştirmeyi hedeflemeyen bir program ve ittifak, AKP sonrası iktidara gelse bile orada çok uzun kalamayacak, bu kitlelerin arayışı devam edecektir. Sistemin restorasyonu sermaye çevreleri ve kimi kesimler için cazip gözükse de, ‘ekonomi düzelsin sizin hayatınız da kendiliğinden düzelir’e, milyonlarca işçi ve işsizden uzun süre rıza beklemek eskisi kadar kolay olmayabilir.

Benden söylemesi.