Kuru Kız

Evde bir arada olduklarınızla değil, ama sokakta, işte, okulda, çarşıda pazarda karşılaştıklarımız için bir duygu belirir hepimizde. Yanında biri varsa, yanımızda biri varsa, hele de tanışıyorlarsa olumlu duygular ağır basar. O karşılaşmaları unuturuz muhakkak, (ön)yargılarımızı da… Daha sık karşılaşıyorsak, daha çok bir arada oluyorsak, konuşuyorsak ayaküstü de olsa, bir süre sonra zaten farklılaşacaktır ister istemez. İşte o duyguyu, alabildiğine estetik ve yalın bir dille anlatıyor Ayfer Tunç, yeni kitabı “Kuru Kız”da.

Seçim nedeniyle öyle çok vaade, öyle çok hakarete, öyle çok hileye maruz kaldık ki, hepimiz bir şeylerin eksik, yanlış ya da bizim istediğimiz gibi olmadığı konusunda, neredeyse hemfikiriz. Seçimler belirleyici oluyor. Sosyoekonomik, sosyopolitik, sosyokültürel değişim ve beklentiler teknolojinin de katkısıyla değişiyor. Ayfer Tunç’un “Kuru Kız”ı da bu değişimi internetle (özellikle akıllı telefonla) yaşayan biri… soru sormuyor, “Soru sormak akıl belirtisiydi çünkü, bu belirtiyi göstermek istemezdi.” (s.85) Gözlüyor sadece. Gözlemlerinin ışığında varıyor yargıya, hemen hepimiz gibi.

Güçlü bir tahlil…

Karakterlerini iyi kurmuş Tunç, iyi işlemiş; ne aşırıya kaçmış ne yarım bırakmış ne de es geçmiş. Okur kendisiyle (hiç fark etmez, ister beyaz yakalı, ister mavi yakalı, ister işsiz, emekli, öğrenci, ev kadını veya mezuna kalmış) özdeşleştirebilir yazarın kurguladığı karakterleri. Adlarının olmaması, falan apartmanın üçüncü katında veya bilmem hangi kurumun bir bürosunda çalışıyor olması da bu nedenle zaten. Bir de ülkenin hemen en önemli konularından biri (özellikle son depremle birlikte yeniden gündeme gelen ve uzun süre de düşmesini kimsenin öngörmediği) beton yığını binalar. Küçücük bahçesi olan, bir ağaç, iki yeşillik, belki bir tavuk yetiştirilen evler birilerinin gözüne hemen para, özellikle de $ olarak yansıyor. Kim bilir, belki de bu çarpık ve karmaşık kentleşmenin nedeni de bu.

Sorun şehrin şehir olmamasında…

Yıllar önce “Metrekare” adında bir program yapıyordum, kent yaşamı ve kentlilik bilinci konulu. Aradan geçen 40 yıla yakın zaman içinde daha da kötüye gitmiş her şey. Ayfer Tunç, bilgi birikiminin, belleğinin, gözlemlediklerinin ışığında şehirlerin artık şehir olmadığını vurguluyor. Bırakın uzun zamanları, göz açıp kapayıncaya değin geçen sürelerde bile yeşilimiz griye boyanıyor. Yeni oluş(turul)an yerleşim merkezlerinde bile avuç içi kadar park yeri yok. Temiz havaya ulaşmak, iki adım yürümek, bir gölgelik bulmak mümkün değil. Olanları da egemen erk yok etmek için sırada bekliyor. Tipik örneği Validebağ Korusu… İki yıla yakın nöbet tuttuk, “koruyu koruyalım” diyerek Molozcu Belediye’ye karşı.

Hayale yer yok…

Her ne kadar son birkaç yıldır örgün eğitim olmuyor/olamıyorsa da, başından beri siyasal iktidarlar insanları okuldan soğutmak için çaba harcıyor, resmen. Okulu “ruh mezbahası” olarak tanımlıyor romanın ana karakteri. Özellikle toplumun tutuculuğunu sürdüren, bu, “ruhları hadım etmek” amaçlı eğitimsizlik sadece bugünü değil, geleceği belirliyor. İnterneti çok seven “Kuru Kız”ın, tanrısı ile sohbeti ve ona anlatmaya çalıştıkları da bu çözülemez yumaktan çıkma çabası değil mi?

Genç kızın “tanrısı” kendi içi, aslında… Çünkü büyük kentlerde yaşayan herkes gibi alabildiğine yalnız, alabildiğine çaresiz ve alabildiğine ürkek. Annesi, babası ardından da abisi doğanın kucağına yatıya gidince bir şeylerin -tamamıyla- değişmesi gerektiğini fark ediyor.

Dünyanın sonu

Sahi, neresi dünyanın sonu? Yazar bizim için veriyor yanıtını: “Fin Del Mundo”… Evet, birkaç kez yinelenince hoş bir kakafoni oluşturuyor ve (yazar da sevmiş bu kakafoniyi, en az yarattığı karakteri kadar) yeni bir dünya umudunu koruyor.

Peki, yine soralım: Neresi “dünyanın sonu”? Yanıtını kitaptan okumanız daha doyurucu olacaktır. Bir de açılacak kapı var dünyanın en sonunda: Sizin elinizde, düş(ünce) gücünüzde…

Son sözü, doğanın kucağında umarım huzurludur, Hulki Aktunç (ve diğer edebiyatçılar) söylesin: “Dünyanın Sonu”na Gidenler, dönmeyenler.

Kuru Kız
Ayfer Tunç
Roman
Can Yayınları
Nisan 2023, 216 s.