Geçen gün ‘kazlar’ tutuklandı ve sekizi kapatıldığı kümeste öldü. Öğrendiğimiz kadarıyla hüküm giyme nedenleri denize girmekmiş. Eee, “Suçu saz çalmakmış” diye türküler yakıldığında, “Saz çalmak da suç olur mu?” deseydik, hayatları karartılan aydınlar daha yabancılaşmamış bir toplumun önünü açabilirlerdi. Oysa bencilliğimize sığınıp sustuk. “Neme lazımdı, başımıza bir şey gelirdi.”
Biz böyle korkumuzla kaş göz yaparken, yabancılaşma ve bencillik benliğimizi yutuyordu. Sonunda garip birer canlıya dönüştük. “Başımıza bir şey gelir” bencilliğiyle susmakla yetinmedik, “rahatımızı bozan” aslında kendi doğasında yaşamaya çalışan her şeyden rahatsız olmaya başladık. Toplu taşıma araçlarında çocuk istemedik. “Yaşlılar da evden çıkmasındı”, “Sokak köpekleri güvenliğimizi tehdit ediyordu”, “Kuşlar balkonlarımıza sıçarak bizi rahatsız ediyordu”, “Bu çağda da havada kuş mu olurdu canım”.
En sonunda o an geldi. “Hadsiz kazlar” denize girmeye başladı. Oysa “her şey gibi” deniz de bizimdi. Hem biz çok özel insanlardık. Denizi kazlarla yosunlarla hatta yakınımıza yaklaşırsa balıklarla paylaşmak zorunda değildik. Yani denizlerimizi öyle kazla ve köpekle paylaşamazdık. Hiçbir abartı yok. Alıntılar Aziz Nesin kitaplarından falan değil. Bugünün insanlığından soyunmuş canlıları önce sırf serinlemek için denize giren bir köpeği barınağa kapattırıp hastalanarak ölmesine neden oldu. Sonra denizde yüzen kazları CİMER’e şikâyet edip onların kümese kapatılmasına ve sekizinin ölmesine neden oldular. Böylesine yabancılaşmış bir toplumda yaşlılara, engellilere, göçmenlere, LGBTİ+'lara neler yapılabileceğini düşünmeye bile gerek yok. Her gün 3. sayfa haberlerinde okuyoruz.
Tabii bu kendiliğinden gerçekleşen bir şey değil. Neoliberalizmin krizi tüm dünyada sağın yükselmesine neden oldu. Özellikle Trump geldikten sonra göçmen ve ötekilere karşı ayrımcı politikalar tavan yaptı. Tabii Nazizm, malthusçuluk gibi akımlar tekrar hortlatıldı. Pandemi döneminde yaşlılara karşı başlatılan süreç zaman zaman göçmenlere, sokakta yaşayan hayvanlara, sakatlara ve LGBTİ+'lara yöneldi. Artık öjeni, mizojini, ırkçılık ve her türlü ayrımcı düşünce rahat rahat dillendiriliyordu.
Geçen gün Prof. Dr. Ali Demirsoy ve Prof. Dr. Celal Şengör’ün bir söyleşisi her şeyin zıvanadan çıktığını gösteriyordu. Bilimin kimin yararına kullanıldığına önem veren benim gibi bir insan için Celal Şengör bir bilim insanından ziyade ayrımcılığı çağrıştırmıştır hep. Son konuşması da içinde bir Nazi’nin saklı olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Konuşma şu şekilde gelişiyor:
Ali Demirsoy: Gen danışma merkezleri kurulacak. Öyle komşunun kızıyla evlenemeyeceksin. Özürlü doğumlar azalacak. Almanya’da bir özürlü çocuğun maliyeti 17 kat fazla.
Celal Şengör: (Meşhur sevimsiz tavrıyla söze giriyor.) Faydaları da yok zaten.
Faydadan kastı ne bilinmez. Sanırım rahat rahat ucuz işgücü olarak kullanmayı baz alıyor. Oysa bizim için fayda öyle bir şey değildir. Sömüremediğimiz şeye faydasız deme geleneğimiz yoktur. Faydasız olan kim dersek insan emeğini ve doğayı sömüren asalak takımıdır. Yani Şengör’ün sözcülüğünü yaptığı sınıf. Neyse bunu herkes biliyor zaten.
Bu nüfus seyreltme olayı 100 yılı aşkın süredir gündemde. Malthusçu bunalım teorisi üzerinden şekillenen bu akımlar bütün sorunu nüfusun artmasına bağlıyor. 20. yüzyılda da malthusçuluk çeşitli biçimlerde gündeme alındı. ABD’li William Vogt aşırı nüfuslu bulduğu yerlerde, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün, gıda üretim ve saklama programlarının yanı sıra doğum kontrolü programları da düzenlemesini öneriyor ve ekliyor: Beş yıl sonra nüfusu 50 milyon azalsın, diye. O gün beş milyon Hintli ve Çinliyi doyuracak gıda programının kesilmesini öneriyor.
Tıpkı yaklaşık yüz yıl sonra Şengör ve Demirsoy’un farklı bir biçimde yaptığı gibi. Yani milyonlarca insanın ölüme terk edilmesini savunuyor. Burada da önceliğin yaşlılar ve engelliler olduğunu dünyada uygulanan öjeni politikalarından biliyoruz. Oysa dünyadaki bunalım ve kıtlığın nedeni bir avuç asalağın tüm üretim araçlarını ve doğal kaynakları elinde tutmasından kaynaklanıyor.
Özetle ne kadar faydalı olup olmadığımız Şengörlerin işi değil. Yaşamımızı onların kirli dudaklarına terk edecek çağı da çoktan geçtik. Kimsenin emeği üzerinde yaşamıyoruz. Üreterek var oluyoruz. Kapsayıcı biçimde dizayn etmedikleri yaşam koşullarında, her türlü ayrımcılık ve eşitsizliğe rağmen devam ediyoruz. Neyse, daha fazla “salon erkeği” modundan çıkmadan yazımı sonlandırayım. Siz yine de onlar ne diyorsa tersini anlayın ve yapın olur mu?